Merhaba sevgili okurlar.
Bu Yazımda Tefekkürün ne büyük bir nimet ve kazanç olduğundan ve ayrıca Son Enbiya Hz.Rasulullah’ın (a.s.m) ne büyük bir mütefekkir olduğundan kısaca bahsedeceğim İnşallah.
Evet, bir tefekkür edici için öyle bir zaman olur ki, o zaman içinde sonu olmayan feyizlere mazhar olur. Demek ki, bu hal insanın kabiliyet ve tefekkürüne göre değişir.
Mesala Bir Gün.
Hz. Aişe’yi (r.a) ziyarete gelen bir zat; “Hz. Muhammed’de (s.a.v) gördüğünüz çaepıcı bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Aişe (r.a) şöyle buyurmuş: “Resulullah (s.a.v) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı ve sonra da ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ve secde yerlerini ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal(r.a): “Ya Resûlallah! Sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi böyle ağlatan nedir?” deyince,
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bu gece Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi”:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.”Ali İmran, 3/190
Bu ayeti okuyan Allah Resûlü (s.a.v) daha sonra şöyle buyurdular: “Bu ayeti okuduğu halde üzerinde tefekkürde bulunmayan ve düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” Bundan da açıkça anlaşıldığı gibi, insanın en mühim ve birinci vazifesi tefekkürdür. Kuran’ı Kerim’de tefekkürle ilgili beş yüze yakın ayet vardır. Ayrıca birçok ayette, “akıl erdiren”, “düşünen” “bilen insanlar için ibretler vardır” deniyor ve tefekkür anlamını ifade eden pek çok kelime kullanılıyor. Bu ayetler, insanın kendi aleminde ve kendinin dışındaki alemde tecelli eden Allah'ın sıfat ve esma-i ilâhiyesini tefekkür etmesini ve Allah’ın nimetlerini hatırlamakla fikrini Hakk’a yöneltmesini emreder. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Bir saat tefekkür bazen bir sene, bazen altı sene, bazen de yetmiş beş sene nafile ibadetten hayırlıdır.” buyurarak tefekkürün ehemmiyetini ortaya koymuş ve bu konuda her insanın yetenek ve kabiliyetinin farklı olduğunu vurgulamışlardır.
Her fabrikanın üretimi onun kapasitesine göredir. Bazısı bir günde on ton üretim yaparken, diğeri yüz ton, bir başkası ise beş yüz ton üretebilir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) tefekkürü bir okyanus ise, bir mürşidinki bir deniz, bir müminin ki ise bir nehir mesabesindedir.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir anda miraca gidip gelmiş, Sidret-ül Münteha ve Kab-ı Kavseyn, yani “imkân ve vücub arası” olan ilâhi visalin en mahrem bucağına erişmiş, oradan namütenahi gayb âlemlerini müşahade ederek, sonsuz sırlara vakıf olmuştur. Üstad Bediüzzaman mi’racın hakikati için, “Zât-ı Ahmediyyenin (a.s.m) merâtib-i kemâlatta seyr-ü sülûkünden ibarettir.” buyurarak, Hz. Peygamber’in (s.a.v) mirac ile manen ne kadar yükseldiğini ortaya koymaktadır.
Tabir-i caiz ise Hz. Peygamber (s.a.v), miraca yükselirken bir çekirdek mesabesinde iken, batmanlarca meyve veren bir ağaç olarak geri döndü. Semavatın yedinci katına yükselerek, oradan felekleri, melekleri, cennet ve cehennemi seyretti. Allah Resûlü (s.a.v), tefekkürün nasıl yapılacağını da şu hadis-i şerifleriyle ortaya koymuştur: İbn-i Abbas’ın (r.a) naklettiğine göre, bazı insanların Allah’ın zatını düşünmek istemeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. O’nun zatını düşünmeyin. Allah’ın şahsı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” Allah’ın kudreti ve varlığı eserleriyle bilinir. Hz. Ali’ye (r.a) Allah hakkında sual sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Allah'ı kalbine gelen, tahayyül, tasavvur ve tevehhüm ettiğin bütün ahvâlin maverasında bilmektir.”
Yine, bu mânâyı te'yiden şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zat, sıfat ve mahiyetini anlama hususunda akl-i beşer aciz kalır.” Hz. Ebubekir de (r.a): “ Allah’ı bilmede gerçek idrak, aczini idrak etmektir. Allah’ın zatından bahsetmek de şirktir.” buyurmaktadır.Bediüzzaman Hazretleri de aklın bu konudaki acziyetini şu veciz ifadesiyle ortaya koymuştur: “Hakikat-ı mutlaka, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” Akıl ve marifette en ileri, Cenâb-ı Hakk’ı tanımada en mükemmel bir bahr-i kemalat olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) zaman ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk’ı miraçtan gözü ile gördüğü halde “Subhâneke maarefnake hakkamarifetike ya maruf” (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim) buyurarak hayretini ve acziyetini itiraf etmiş ve “Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir” buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem (s.a.v), hakkı arayanların rehberi, abitlerin umudu, aşıkların maşuku, sadıkların dostu, günahkârların şefii, zavallıların ve acizlerin hamisi olduğu gibi, mütefekkirlerin de rehberi ve sultanıdır. Tefekkür kadar kıymetli, faydalı ve bereketli bir nimet ve bir ibadet yoktur. Zira, amellerin en makbulü ve en efdali tefekkürdür. Tefekkür aklın nuru, kalbin cilası ve ruhun neşesidir. Mütefekkir bir zat, tefekkürü ile kurbiyet-i ilâhiyeye mazhar olur. Tefekkür eden kişi Allah’ı çok zikreder, O’nu sever, O’nu sevdirir ve O’ndan korkar. Zikir tefekkürün lazımı ve Allah’ın emridir:
: Hepimizin Zikir Fikir Ve Şükür içinde olmamız dileğiyle Allah cc. Ayeti ve Emri ile yazımı sonlandırıyorum.
“Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin (anın.)” Başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “O halde beni zikredin, ben de sizi zikredeyim (anayım.) Bana şükredin de nankörlük etmeyin.”
Allah'a Emanet Olun.
YAVUZ ÖZPOLAT
Bu Yazımda Tefekkürün ne büyük bir nimet ve kazanç olduğundan ve ayrıca Son Enbiya Hz.Rasulullah’ın (a.s.m) ne büyük bir mütefekkir olduğundan kısaca bahsedeceğim İnşallah.
Evet, bir tefekkür edici için öyle bir zaman olur ki, o zaman içinde sonu olmayan feyizlere mazhar olur. Demek ki, bu hal insanın kabiliyet ve tefekkürüne göre değişir.
Mesala Bir Gün.
Hz. Aişe’yi (r.a) ziyarete gelen bir zat; “Hz. Muhammed’de (s.a.v) gördüğünüz çaepıcı bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Aişe (r.a) şöyle buyurmuş: “Resulullah (s.a.v) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı ve sonra da ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ve secde yerlerini ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal(r.a): “Ya Resûlallah! Sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi böyle ağlatan nedir?” deyince,
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bu gece Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi”:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.”Ali İmran, 3/190
Bu ayeti okuyan Allah Resûlü (s.a.v) daha sonra şöyle buyurdular: “Bu ayeti okuduğu halde üzerinde tefekkürde bulunmayan ve düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” Bundan da açıkça anlaşıldığı gibi, insanın en mühim ve birinci vazifesi tefekkürdür. Kuran’ı Kerim’de tefekkürle ilgili beş yüze yakın ayet vardır. Ayrıca birçok ayette, “akıl erdiren”, “düşünen” “bilen insanlar için ibretler vardır” deniyor ve tefekkür anlamını ifade eden pek çok kelime kullanılıyor. Bu ayetler, insanın kendi aleminde ve kendinin dışındaki alemde tecelli eden Allah'ın sıfat ve esma-i ilâhiyesini tefekkür etmesini ve Allah’ın nimetlerini hatırlamakla fikrini Hakk’a yöneltmesini emreder. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Bir saat tefekkür bazen bir sene, bazen altı sene, bazen de yetmiş beş sene nafile ibadetten hayırlıdır.” buyurarak tefekkürün ehemmiyetini ortaya koymuş ve bu konuda her insanın yetenek ve kabiliyetinin farklı olduğunu vurgulamışlardır.
Her fabrikanın üretimi onun kapasitesine göredir. Bazısı bir günde on ton üretim yaparken, diğeri yüz ton, bir başkası ise beş yüz ton üretebilir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) tefekkürü bir okyanus ise, bir mürşidinki bir deniz, bir müminin ki ise bir nehir mesabesindedir.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir anda miraca gidip gelmiş, Sidret-ül Münteha ve Kab-ı Kavseyn, yani “imkân ve vücub arası” olan ilâhi visalin en mahrem bucağına erişmiş, oradan namütenahi gayb âlemlerini müşahade ederek, sonsuz sırlara vakıf olmuştur. Üstad Bediüzzaman mi’racın hakikati için, “Zât-ı Ahmediyyenin (a.s.m) merâtib-i kemâlatta seyr-ü sülûkünden ibarettir.” buyurarak, Hz. Peygamber’in (s.a.v) mirac ile manen ne kadar yükseldiğini ortaya koymaktadır.
Tabir-i caiz ise Hz. Peygamber (s.a.v), miraca yükselirken bir çekirdek mesabesinde iken, batmanlarca meyve veren bir ağaç olarak geri döndü. Semavatın yedinci katına yükselerek, oradan felekleri, melekleri, cennet ve cehennemi seyretti. Allah Resûlü (s.a.v), tefekkürün nasıl yapılacağını da şu hadis-i şerifleriyle ortaya koymuştur: İbn-i Abbas’ın (r.a) naklettiğine göre, bazı insanların Allah’ın zatını düşünmek istemeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. O’nun zatını düşünmeyin. Allah’ın şahsı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” Allah’ın kudreti ve varlığı eserleriyle bilinir. Hz. Ali’ye (r.a) Allah hakkında sual sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Allah'ı kalbine gelen, tahayyül, tasavvur ve tevehhüm ettiğin bütün ahvâlin maverasında bilmektir.”
Yine, bu mânâyı te'yiden şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zat, sıfat ve mahiyetini anlama hususunda akl-i beşer aciz kalır.” Hz. Ebubekir de (r.a): “ Allah’ı bilmede gerçek idrak, aczini idrak etmektir. Allah’ın zatından bahsetmek de şirktir.” buyurmaktadır.Bediüzzaman Hazretleri de aklın bu konudaki acziyetini şu veciz ifadesiyle ortaya koymuştur: “Hakikat-ı mutlaka, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” Akıl ve marifette en ileri, Cenâb-ı Hakk’ı tanımada en mükemmel bir bahr-i kemalat olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) zaman ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk’ı miraçtan gözü ile gördüğü halde “Subhâneke maarefnake hakkamarifetike ya maruf” (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim) buyurarak hayretini ve acziyetini itiraf etmiş ve “Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir” buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem (s.a.v), hakkı arayanların rehberi, abitlerin umudu, aşıkların maşuku, sadıkların dostu, günahkârların şefii, zavallıların ve acizlerin hamisi olduğu gibi, mütefekkirlerin de rehberi ve sultanıdır. Tefekkür kadar kıymetli, faydalı ve bereketli bir nimet ve bir ibadet yoktur. Zira, amellerin en makbulü ve en efdali tefekkürdür. Tefekkür aklın nuru, kalbin cilası ve ruhun neşesidir. Mütefekkir bir zat, tefekkürü ile kurbiyet-i ilâhiyeye mazhar olur. Tefekkür eden kişi Allah’ı çok zikreder, O’nu sever, O’nu sevdirir ve O’ndan korkar. Zikir tefekkürün lazımı ve Allah’ın emridir:
: Hepimizin Zikir Fikir Ve Şükür içinde olmamız dileğiyle Allah cc. Ayeti ve Emri ile yazımı sonlandırıyorum.
“Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin (anın.)” Başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “O halde beni zikredin, ben de sizi zikredeyim (anayım.) Bana şükredin de nankörlük etmeyin.”
Allah'a Emanet Olun.
YAVUZ ÖZPOLAT