Esselamun Aleyküm sevgili okurlarım.
Malumunuz bugün 31 Mart 2016.
31 Mart denilince akla ilk gelen kelime o günde bolca söylenen ve isteklerin slogana dönüşmüş hali olan ŞERİAT kelimesidir.
Bu bağlamda yapılan fiil ise şeriata muhalif olan isyan ve ayaklanma fiilidir. Tekrar hatırlamamız için kısaca kendi penceremden 31 Mart hadisesini size anlatayım sevgili dostlar.
İstanbul’da avcı taburlarının Rûmî 31 Mart 1325 veya miladi 13 Nisan 1909 tarihindeki isyan ve ayaklanmaları olan bu hâdise, o günden beri tarihçilerden tutun da yazarlara, sosyologlardan tutun da siyasetçilere kadar hemen herkesçe çok yazılıp söylendi ve dillerde değişerek, şekiller aldı.
İlk cümlelerimde belirttiğim gibi isyancı taburların, birçok isteklerini ve amaçlarını, aldıkları emir doğrultusunda tek bir cümlede birleştirerek attıkları “Şeriat isteriz!” sloganlarını, gerçek şeriat âşıkları olarak tabi ki ciddiye almamız mümkün değildir.
Bu sloganın o esnada, tahrikçi çevreler ve İngiliz ajanlar tarafından üretildiği ve hiçbir hakikati ifade etmediğini başta Bediüzzaman hazretleri ve o zamanın akil, alim, vatanperver insanları ilk bakışta anlamışlardır. Yani isyancıların bu bağırış ve hezeyanları, istediklerinin gerçekten şeriat olduğunu ifade etmediği gibi, hükümetin şeriata karşı olduğunu da ifade etmez.
Otuz Bir Mart isyanının sebebi hakkında söylentiler, yazılar ve tezler çoktur. Türk tarihçilerin ortak bir görüş noktası ise bu isyanda İngiliz Entelijans Servisinin ciddî parmağı olduğudur. İsyanın amacına gelecek olursak, işte orada görüş ayrılıkları çoktur; kâh Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek, kâh İttihat ve Terakki Hükümetini devirmek, kâh ordudan atılan alaylı zabitlerin tekrar orduya alınmasını sağlamak gibi daha birçok sebepler tarih kitaplarında sıralanmaktadır.
Görünen o ki, şimdi bu zaman diliminde yaşadığımızdan farksız olarak, bu isyanda dış güçlerce organize edilmektedir. Amaç ise Osmanlı Devletini yıkmak, bölmek ve parçalamak, orta doğuda ve Dünya da söz dinleyen bir ülke oluşturmak gibi gizli ve tehlikeli amaçlar gözetilmiş; bu amaçlara ulaşmak için de yine bu zaman dilimin de olduğu gibi en problemli, en bulanık ve en sisli zamanlar tercih edilmiştir. Yani bu isyan ve oyun, dört dörtlük bir dış düşman tezgâhıdır! İsyancı taburlarsa, (şimdi ki zaman diliminde bazı kürt kardeşlerimiz) maalesef, bu tezgâhlara bilmeden âlet olmuşlardır.
Şeriat isteriz! Şeriat isteriz!” sloganları, tahrik ve tahrip gücü yüksek bir bomba misüllü sokaklarda yankılanmış; düzmece bir isyana sûret-i hak rengi ve görüntüsü vermeye yaramıştır. Bu görüntünün etkisi ile maalesef birçok kişi infaz edilmiş ve birçok suçsuz da yargılanmıştır. Bir görüntünün hakikat ve şeriat olmadığını Hurşit Paşa’ya karşı Bediüzzaman’ın: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!”’ sözlerinden de anlamak mümkündür.
Bedîüzzaman Hazretleri isyan esnasında isyancıları ve ihtilâlcileri yatıştırıcı onları doğru yola iletici ve sükûnete çağırıcı bir rol üstlendi; isyancılara ısrarla şöyle hitap etti:
“Ey asâkir-i muvahhidîn! Şeriat namına sizlere söylüyorum ki, İslâmiyet’in maddî kuvveti ordudur. Ordunun da ruhu ve mefkûresi mektepli zabitlerdir. Bunlara ilişmek hayat-ı millete cinayet etmektir. Bu zamanda şecaat-ı fıtriye kâfî değildir. Zira ecnebiler bize fenn-i harple galebe çalmıştır.”
Başka bir hitabesinde de Üstad Bediüzzaman Saîd Nursî isyancı taburlara: “Hayatınız ve kuvvetiniz itaattir. Bu meziyet-i mukaddeseyi en ufak âmirinize karşı bile iare ediniz. Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâm’ın nâmusu artık sizin itaatinize bağlıdır. Sancak ve tevhîd-i İlâhî sizin yed-i şecaatinizdedir. Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattir. Sizin zabitleriniz müşfik pederlerinizdir! Kur’ân ve Hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklı âmire itaat farzdır”’ çağrısında bulundu.
Saîd Nursî isyan eden sekiz taburu hitabeleriyle itaate getirdi, dize getirdi ve susturdu; isyan sona erdi. Bu hitabeyi Hutbe-i Şamiye isimli eserinde okuyabilirsiniz. Daha sonra kendisi de isyancılarla birlikte sorgulandı. Fakat suçsuz olduğu tahakkuk ettiği için, beraat etti.
Tahrikçi sloganlar ve fiiler her zaman ve her zeminde vatan ve milletin birlik ve beraberliği için en tehlikeli tezgâhların, oyunların sadece birer parçası olmuşlardır. İtibar edilmemelidir.Dış güçlerin âciz bir oyuncağı olmak nerede, vatanına milletine bağlı hamiyetperver bir milletin ferdî ve mirasçısı olmak nerede. Bu ikisi mukayese edilse görülecek ki arada bir zerre ile şems kadar fark vardır.
Şimdi kendimize soralım?
Şems mi olmak isteriz, yoksa zerre mi?
Yazıma burada son veriyor ve vatanımızın değerini isyan ile değil; vatanımızı bize veren Rahman-ı Zülkemal hazretlerine şükrederek anlamayı ve anlatmayı nasip eylemesini dua eder; Bir daha ki buluşmamıza dek mutlu ve huzurlu günler dilerim. Allah' a emanet olun sevgili okurlarım ve dostlarım...
YAVUZ ÖZPOLAT
Malumunuz bugün 31 Mart 2016.
31 Mart denilince akla ilk gelen kelime o günde bolca söylenen ve isteklerin slogana dönüşmüş hali olan ŞERİAT kelimesidir.
Bu bağlamda yapılan fiil ise şeriata muhalif olan isyan ve ayaklanma fiilidir. Tekrar hatırlamamız için kısaca kendi penceremden 31 Mart hadisesini size anlatayım sevgili dostlar.
İstanbul’da avcı taburlarının Rûmî 31 Mart 1325 veya miladi 13 Nisan 1909 tarihindeki isyan ve ayaklanmaları olan bu hâdise, o günden beri tarihçilerden tutun da yazarlara, sosyologlardan tutun da siyasetçilere kadar hemen herkesçe çok yazılıp söylendi ve dillerde değişerek, şekiller aldı.
İlk cümlelerimde belirttiğim gibi isyancı taburların, birçok isteklerini ve amaçlarını, aldıkları emir doğrultusunda tek bir cümlede birleştirerek attıkları “Şeriat isteriz!” sloganlarını, gerçek şeriat âşıkları olarak tabi ki ciddiye almamız mümkün değildir.
Bu sloganın o esnada, tahrikçi çevreler ve İngiliz ajanlar tarafından üretildiği ve hiçbir hakikati ifade etmediğini başta Bediüzzaman hazretleri ve o zamanın akil, alim, vatanperver insanları ilk bakışta anlamışlardır. Yani isyancıların bu bağırış ve hezeyanları, istediklerinin gerçekten şeriat olduğunu ifade etmediği gibi, hükümetin şeriata karşı olduğunu da ifade etmez.
Otuz Bir Mart isyanının sebebi hakkında söylentiler, yazılar ve tezler çoktur. Türk tarihçilerin ortak bir görüş noktası ise bu isyanda İngiliz Entelijans Servisinin ciddî parmağı olduğudur. İsyanın amacına gelecek olursak, işte orada görüş ayrılıkları çoktur; kâh Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek, kâh İttihat ve Terakki Hükümetini devirmek, kâh ordudan atılan alaylı zabitlerin tekrar orduya alınmasını sağlamak gibi daha birçok sebepler tarih kitaplarında sıralanmaktadır.
Görünen o ki, şimdi bu zaman diliminde yaşadığımızdan farksız olarak, bu isyanda dış güçlerce organize edilmektedir. Amaç ise Osmanlı Devletini yıkmak, bölmek ve parçalamak, orta doğuda ve Dünya da söz dinleyen bir ülke oluşturmak gibi gizli ve tehlikeli amaçlar gözetilmiş; bu amaçlara ulaşmak için de yine bu zaman dilimin de olduğu gibi en problemli, en bulanık ve en sisli zamanlar tercih edilmiştir. Yani bu isyan ve oyun, dört dörtlük bir dış düşman tezgâhıdır! İsyancı taburlarsa, (şimdi ki zaman diliminde bazı kürt kardeşlerimiz) maalesef, bu tezgâhlara bilmeden âlet olmuşlardır.
Şeriat isteriz! Şeriat isteriz!” sloganları, tahrik ve tahrip gücü yüksek bir bomba misüllü sokaklarda yankılanmış; düzmece bir isyana sûret-i hak rengi ve görüntüsü vermeye yaramıştır. Bu görüntünün etkisi ile maalesef birçok kişi infaz edilmiş ve birçok suçsuz da yargılanmıştır. Bir görüntünün hakikat ve şeriat olmadığını Hurşit Paşa’ya karşı Bediüzzaman’ın: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!”’ sözlerinden de anlamak mümkündür.
Bedîüzzaman Hazretleri isyan esnasında isyancıları ve ihtilâlcileri yatıştırıcı onları doğru yola iletici ve sükûnete çağırıcı bir rol üstlendi; isyancılara ısrarla şöyle hitap etti:
“Ey asâkir-i muvahhidîn! Şeriat namına sizlere söylüyorum ki, İslâmiyet’in maddî kuvveti ordudur. Ordunun da ruhu ve mefkûresi mektepli zabitlerdir. Bunlara ilişmek hayat-ı millete cinayet etmektir. Bu zamanda şecaat-ı fıtriye kâfî değildir. Zira ecnebiler bize fenn-i harple galebe çalmıştır.”
Başka bir hitabesinde de Üstad Bediüzzaman Saîd Nursî isyancı taburlara: “Hayatınız ve kuvvetiniz itaattir. Bu meziyet-i mukaddeseyi en ufak âmirinize karşı bile iare ediniz. Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâm’ın nâmusu artık sizin itaatinize bağlıdır. Sancak ve tevhîd-i İlâhî sizin yed-i şecaatinizdedir. Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattir. Sizin zabitleriniz müşfik pederlerinizdir! Kur’ân ve Hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklı âmire itaat farzdır”’ çağrısında bulundu.
Saîd Nursî isyan eden sekiz taburu hitabeleriyle itaate getirdi, dize getirdi ve susturdu; isyan sona erdi. Bu hitabeyi Hutbe-i Şamiye isimli eserinde okuyabilirsiniz. Daha sonra kendisi de isyancılarla birlikte sorgulandı. Fakat suçsuz olduğu tahakkuk ettiği için, beraat etti.
Tahrikçi sloganlar ve fiiler her zaman ve her zeminde vatan ve milletin birlik ve beraberliği için en tehlikeli tezgâhların, oyunların sadece birer parçası olmuşlardır. İtibar edilmemelidir.Dış güçlerin âciz bir oyuncağı olmak nerede, vatanına milletine bağlı hamiyetperver bir milletin ferdî ve mirasçısı olmak nerede. Bu ikisi mukayese edilse görülecek ki arada bir zerre ile şems kadar fark vardır.
Şimdi kendimize soralım?
Şems mi olmak isteriz, yoksa zerre mi?
Yazıma burada son veriyor ve vatanımızın değerini isyan ile değil; vatanımızı bize veren Rahman-ı Zülkemal hazretlerine şükrederek anlamayı ve anlatmayı nasip eylemesini dua eder; Bir daha ki buluşmamıza dek mutlu ve huzurlu günler dilerim. Allah' a emanet olun sevgili okurlarım ve dostlarım...
YAVUZ ÖZPOLAT