KIRKAĞAÇ HABER
2019-10-29 09:14:50

SANAL ÖZGÜRLÜKLER HAPİSHANESİ

RAHİME ALCAN

29 Ekim 2019, 09:14

Esareti sevmeyen bir milletiz.

Türk milletinin özgürlük ve vatan uğruna yapamayacağı fedakârlık yoktur.

Zulmetmeyi de sevmeyiz, her daim haklının yanındayız.
Millet şuuru bunu gerektirir. Bireysel olarak eksiklerimizin de farkındayız.

Büyük bedeller ödeyen atalarımıza vicdan borcumuz gereği, yüreğimizi ortaya koyup, eksiklerimizi tamamlayıp, gururla emaneti yücelteceğiz. Her türlü zorluğu göğüsleyip, kanlarıyla, canlarıyla bu vatanı emanet eden şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhu şad olsun.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve Cumhuriyetimizin ilanında önderlik etmiş devlet büyüklerimize minnet ve şükran borçluyuz.
Peki, biz bu emaneti yüceltmek ve gelecek nesillere devretmek için neler yapmalıyız?

Kutlamalarımızı gönül şenliği ile yaparken biraz da fikir jimnastiği yapmaya ne dersiniz? Bireysel çaba, kolektif çaba, ne gerekiyorsa ortaya koymalıyız. Biz küllerinden doğan bir millet olarak, kültür ve gelişmişlik düzeyini daha yakalayamadan teknoloji çağının göbeğine düşüverdik. Ruhlarımızı kemiren, eksikliğinde dünyamızı karartan bir bağımlılığın pençesine düştük. Eğitim ve okumayı içselleştiremeden, sosyal medya ve görsel zenginliğin içinde kaybolduk. Her duygu, acı sembollerle ifade edilir, görsel kirliliğe maruz bırakılır oldu.

Sanal ve gerçeği karıştırır olduk. Bu karışıklık sadece milenyum çağına mı özgü? Değil elbette, biz, gelişemeden, refaha ulaşamadan, yaralarımızı saramadan, yeni yaralar açıldı bağrımızda. Bu çağda bu açmazlarla uğraşıyoruz; çok değil, altmış, yetmiş yıl evvel hayatımıza sokulan bazı kavramlar da bizi allak bullak etti. Kim kimi seviyor, kim kimin düşmanı, kim memleketi çok seviyor kavgaya tutuştuk. Düşmanı kovmuştuk ama nedense birbirimizi kovalamaya başladık. Yeni duyduğumuz kavramlarla komşumuza savaşlar açtık. Kendimiz gibi düşünmeyenlere dar ettik bu dünyayı.

Cumhuriyet kurulmuş, gelişmek için çaba sarf ederken, on yıllar içinde büyük siyasi buhranlar yaşadık. Kültür, eğitim, din, siyaset, her kavram birbirine girdi. Her konuda bilim ve gelişmenin peşinde koşmamız gerekirken, birbirimizin peşinden koştuk. Siyaseti bilim haline getiremeden, nüfuz ve ekonomik gücü siyasetin merkezine aldık.

Siyaset bilimciler, insanı merkeze alır, onun psikolojik, sosyal, her türlü ihtiyacına göre belirler kavramlarını. Oysa biz öyle mi yaptık? Hayır elbette. “Köyden indim şehire” diyen, eline çanta, başına kasket, cebine para, boynuna kravat takan büyük siyasetçi oldu. Ama toplumun nabzını tutamadı, onu güzele, iyiye, sevgiye, refaha, sanata, edebiyata yönlendiremedi. Toplumsal yaraları kaşıdı durdu.

Biz bunları yaparken, arı kovanına çomak sokan gelişmiş ülkeler, refah seviyelerini en üst seviyeye taşıyıp, yüz değil, belki bin yıllık karışıklık planları yaptılar üzerimizde. Ekonomik bağımsızlığımızı elimize almamızın yanında, kültürel zenginliğimizin de farkına varmalıyız artık. Çok zengin bir birikimimiz var. Geçmişi reddetmeden, geleceği zenginleştirmeliyiz. Bir yerlerden başlamanın zamanı geldi.

Türk halk kültüründe hikâye anlatıcılığının büyük yeri var. Eskiden bilge kişilerin etrafında toplanıp, anlattığı hikâyelerle hayatı tanımaya çalışırlarmış. Hikâye ile başlamış hayat. Biz, ilk insanın hayatını, ilk kardeş kavgasını, ilk ceza ve affı hikâyelerden öğrendik. Şimdi de hayatı sadece sanal âlemden, onun bize dayattıklarından öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü bu kolayımıza geliyor. Neden biraz çaba harcayıp, akşamları iki saat televizyonu, cep telefonlarını kapatmayı denemiyoruz? Neden beynimizi bu kadar kolaya, hazır sunulmuş malzemeye alıştırdık. Neden kendi hikâyemizi yazmıyoruz. Neden gelecek nesillere bir öykü bırakmıyoruz. Haydi, tamam, herkes yazamaz, anladık, neden okumuyoruz. Kurtuluş savaşının tanıklarının yazdıkları öykülerden başlayalım.

Romanlardan, araştırma, inceleme, gezi yazılarından başlayalım. Evet, çok kitap alamıyoruz, ekonomik gücümüz elvermiyor. Hem al al, evde koyacak yer yok. Kütüphane diye güzel, kitap dolu rafları olan yerler var. Kaçımız bilir, yaşadığımız yerde kütüphanelerin yerini? Kaçımız bilir kütüphanelerin kendine has kokusunu? Evimize kitap almak için fuarları bekliyoruz. Kitap fuarları her gün dopdolu. İğne atsan yere düşmüyor. Aman ne güzel!

Ama neden sadece popüler kültüre hizmet eden kitaplar ya da yazarlar değer görüyor, neden diğerleri araştırılmıyor. Neden eldeki çantalarda sadece çocuklara alınan test kitapları var da kendimize özel, güzel bir kitap yok? Sebep sadece ekonomik mi? Ellerinde okuldan verilmiş listeler olan aileler; ya eve gittiğinde kendi de onlardan okusun, ya da bir kitap da kendine alsın. Hani okuma yazma seferberliği yapıldı, kurslarda alfabeyi sökene diploma verildi.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ve sonra, bu kurslarla insanımız okur-yazar oldu. İşte şu anda bizlerin de okuma yazma seferberliğine ihtiyacımız var. Hem de tahsilli ve az okuyan herkesin bu kurslara ilgi göstermesi gerekiyor.

Alfabeyi söktük ama okuyamıyoruz. Bir metin nasıl okunur, okuduğun nasıl anlatılır, metin değerlendirmesi ve eleştirisi nasıl yapılır? Şiir nasıl okunur, iyi şiir, hikâye ve romanın özellikleri nelerdir? İyi kitap nasıl seçilir, duyguların yazıya aktarılması nasıl olur?

Bunlar da istenirse öğrenilebilir. Artık kültür ve edebiyat kavramını hayatımızın merkezine alma vakti geldi. Yeni neslin okuması için bizler örnek teşkil etmeliyiz. Artık, tehlike çanları çalarken, bir şeyler hayatımızda hızla eksilirsen, toparlanmamız gerekiyor. Yazımın başında biz esareti sevmeyen bir milletiz dedim.

Ama farkına varmadan "Sanal Özgürlükler Hapishanesine” zincirle bağladık kendimizi. Görsel, hızla akan ana ekran ve beğeni platformlarında kendimizi kaybettik. Cumhuriyetimizi coşkuyla kutladığımız bu günlerde, zincirlerimizi kıralım, özgürleşelim.

Kurtuluş savaşı hikâyeleri, Cephe hikâyelerinden başlayarak, gönlümüze en uygun kitapları almaya başlayalım, artık kendi hikâyelerimizi kendimiz yazalım.


RAHİME ALCAN

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.