Çılgınca attık kendimizi doğaya. Sümbül, çiğdem, adını bilemediğim daha nice çiçekleri gördükçe coştuk.
Hemen hatıra fotoğrafı çekmek için yarıştık.
Öyle bir sahipleniş ki, sanki bu dünyanın gerçek sahibi biz insanlar, diğer tüm canlılar ise emrimize amade.
Tamam koparmıyoruz, bunu asla yapmayız o kadar narin ve güzeller ki ama onların da bir kişiliği, ruhu olabileceği aklımızın ucundan geçmiyor.
Neyse Lale ve Kardelen görme umuduyla yanıp tutuşuyorum. O da ne! Karşıma çıkıverdi kırmızı dağ lalesi.
Eridim, bittim, neredeyse ağlayacağım derken, az ileride, çok gölgelik, kaya arkasına saklanmış Kardelen beni karşıladı.
Dağ Lalesi mağrur, başı havada. Kardelen, narin, kırılmaya hazır. İsmiyle müsemma Ters Lale derler halk arasında.
Sevinçle fotoğraf çekip, diğerlerini ararken adımımı atmamla çekmem bir oldu, feryat, figan.
En büyük fobim yılan! Neredeyse basacaktım.
”Dur orada dedi hal diliyle. Bastığın yerleri kendine ait sanma.
Elbet buraların da vardır bir sahibi. Benim sınırlarımın başladığı yerde sizinki biter“
Sakinleşip, hak verdim kendisine.
Özür diledim. Söz verdim doğaya daha saygılı olacağıma ve sınırlarını ihlal etmeyeceğime dair.
Usulca kayaların arasına süzülürken, gelecek sene de gelip, hem Lale hem de kardeleni bekçileriyle beraber bulmayı diledim.
RAHİME ALCAN