--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

-----------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

Umre Notları- Mekke

Daha şehre girdiğimiz vakit, ihtişamlı binalar ile karşılaşıyoruz. Hemen diyoruz ki "demek ki burası Medine gibi değil, baya bir gelişmiş, dünya standartlarını yakalamış."

Ama nerede?

Kabe'nin dahi maneviyatını zedeleyen, Zamzam Tower'a izin veren bir anlayıştan, nasıl bir gelişmişlik beklenebilir ki?

Öyle binalar inşa edilmiş ki Kabe etrafına, tüm hoteller Kabe'ye yukarıdan bakmaktadır.
Eğer o kutsal toprakların yönetimi Türkler'in hâkimiyetinde olsa idi Kabe'nin duvarını bir cm dahi aşan bir yapı bulamazdık etrafında.
Evet, ironi yapmıyorum; hem de en İslam'a uzak anlayışta olan müteahhitimiz dahi bunu yapmazdı!

Bu konuyu aşağıda vereceğim bir örnek ile destekleyerek, taçlandırabiliriz:
II. Abdülhamid, Müslümanlar'ın Medine'ye rahat bir şekilde ulaşımlarını sağlamak için İstanbul’dan Medine-i Münevvere’ye (Aydınlanmış Şehir) uzanan bir tren yolu yaptırmıştır.

Öyle ki tren yolunun istasyonlarını da Peygamber Efendimiz’in seferlerinde konakladığı yerlere inşa ettirmiştir.

Ayrıca, Medine Tren İstasyonuʼnu, Peygamber Efendimiz’in ruhaniyetini rahatsız etmemek düşüncesi ile Mescid-i Nebevi'den yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medine içerisinde bulunan bütün raylar, üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çıkarmasınlar diye, keçe ile kaplatmıştır. Keçe ile döşenen bu raylar da Peygamber Efendimiz'e duyulan hürmet ve muhabbet dolayısı ile günün belli saatlerinde gül suyu ile yıkanmıştır.

İşte zerafet ve nezaket farkı.
Maalesef ki ikiside Suudlar'da tecelli etmemiş.

Kabe'nin içerisinde görevli olan askerlerin ekserisi, sanki düşmanı esir almış da namaz kılmalarına ve tavaf yapmalarına müsaade eden bir havadalar.
"Temizlik imandan gelir" diye Efendimiz'e atfedilen bir söz var ya, ya bu söz sahih değil, ya da Suudlar taklid-i imandan öteye geçememişler bu konuda.

Abdest aldıktan sonra, namaz kılınacak olan bölgeye kadar çıplak ayak ile gitmek de neyin nesidir?
Yahu hadi onu da geçtik, tuvalet içerisinde yalın ayak ile dolaşıp, daha sonra abdest alıp, o pis ayaklar ile Allah'ın evinin içerisine girip, ibadet etmek de hangi aklın ürünüdür?

Sizin o çıplak ayak ile bastığınız yerlere, millet tuvalete girmiş olduğu terlik ve ayakkabı ile basöaktadır.
O kadar mı beyinden münezzehsiniz?

Onun harici yolda yürürken, ezan okunduğu gibi, seccade dahi olmadan yolun orta yerinde namaza durmak, hangi temizlik anlayışı ile bağdaşmaktadır?

Yazacak o kadar çok şey var ki ciltlere sığmayan kitap olur...

Gelelim bir başka konuya.
Allah hükmünü koymuş ve insanları günah işleme konusunda kendileri ile baş başa bırakmış iken, İslam'ı ideolojiye indirgeyen zihniyet, şeriat adı altında, Allah adına hüküm vermekten kaçınmamaktadır.

Sözüm ona Suudi Arabistan yönetimine.

Ülkenizdeki insanlar Allah rızası için değil, despot devletinize baş vermemek için örtünmektedirler. Namaz konusunda dahi Allah adına hüküm koyup, namaz vakti dükkanları kapattırmaktasınız. İnsanlardaki devlet korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiş bulunmaktadır. Böyle bir ortamda, kılınan namaz Allah rızası için değil, devlet rızası içindir.

Suudi Arabistan'daki izlenimim odur ki çok kültürlülük değil, tek ses, tek tip esastır.

"Bu onlar için sorun mu" derseniz, hiç de sorun değil.
Cahiliye devrini andıran tavırlar tüm coğrafyaya hâkim.

Bu topraklardan, bu şartlarda, bilim adamı, fikir adamı ve küresel ölçekte bir vizyon çıkması, uzun vadede gözükmemektedir.

Avrupa'da görmüş olduğumuz tarihine sahip çıkma anlayışı, maalesef ki Suud kültüründe içselleştirilmemiş bir durum.
Hazret-i Peygamber'in evini dahi kütüphane yapmışlar ve eskiye ait manevi olarak ne varsa, silip atmışlar.

Bu topraklara gelen herhangi bir ateist, herhangi bir Hristiyan'ın, (Hidayet vermek Allah'ın elindedir) hiçbir şekilde Müslüman olması düşünülemez. Bunu onlardan istemek dahi ayıptır. Çünkü örnek olacak bir güler yüzleri dahi yoktur.
Hazret-i Peygamber'in vefatının neticesinde, Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer'in halifelik döneminden sonra İslam fetret dönemine girmiştir ve hâlâ daha bu fetret döneminden tam anlamı ile çıkamamıştır.

İslam'ın fetret dönemine girmesinin en önemli müsebbibi, bir zamanlar küfür saflarında olan, lâkin Mekke Fethi'nden sonra İslam'ın saflarına geçen Ebu Süfyan ve ailesidir.
Hazret-i Osman'ın vefatından dolayı Hazret-i Ali'yi sorumlu tutan Şam Valisi Muaviye, müşrikler ile uğraşmayı bırakmış, düşman olarak İslam'ın Halife'sini benimsemiş, neticesinde olaylar birçok Müslüman'ın birbirini katletmesi ve Hariciler'in Hazret-i Ali'yi öldürmesi ile sonuçlanmıştır.

Hazret-i Ali öldükten sonra halifeliği ele alan Muaviye, İslam'ın "şura" anlayışına son vermiş, Emevi İslam Devleti'ni kurarak, İslam'ın içerisine "saltanatçılık" anlayışını sokmuştur.
Muaviye'nin halifeliğinden sonra başa geçen oğlu Yezit, Hazret-i Peygamber'in torunu, Hazret-i Ali'nin oğlu Hazret-i Hüseyin'i Kerbelâ'da katlederek, İslam'ın kalbine hançer saplamış ve kendi inşa etmiş oldukları İslam'dan Peygamber'in izini bu şekilde silmişlerdir.

Saltanatlarının yıkılmaması için mücadele veren Emeviler, Müslümanlar'a yapmış oldukları zulümler yetmiyormuş gibi, İslam'a hadisçilik-nakilcilik anlayışını da sokarak, bir ikinci katliama sebebiyet vermişlerdir.
Kendi çıkarları doğrultusunda hadis uydurma mekanizmasını devreye sokan bu zihniyet, Kur'an-ı Kerim'i raflara hapsetmişlerdir.

Diyeceğim odur ki bugün ki Suud anlayışının da Emevi İslam Devleti anlayışından hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Krallık ile yönetilen ülke, şura anlayışından uzak, din içinde din üreterek, Hazret-i Peygamber'e giden tüm yolları tıkamışlardır.

Eksiği-gediği ile baktığımız vakit, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, en kötü yönetimi ile dahi İslam coğrafyaları içerisinde parlayan bir yıldızdır.
Yazının Dibi; hiçbir ülkeden, hiçbir destek beklemeden Allah'tan almış olduğumuz iman ile Türk Milleti olarak harekete geçeceğiz ve İslam adına gönülleri fethedeceğiz, vesselâm...

Selâm, sevgi ve muhabbet ile...

BURAK KILIÇASLAN
YORUM EKLE


         Kirkagac.Net