Bir süreliğine gözlerimizi kapayalım, alıcılarımızı devre dışı bırakalım.
Varlık âleminde hiçliğe ulaşıp, ruhun ve bedenin ağırlığından sıyrılıp, gönül dünyamıza inelim.
Gönül gözüyle bakanlar neler görürmüş anlamaya çalışalım.
Nezaket, saygı, ağırbaşlılık, içten ve yumuşak davranmak.
Bu güzel hasletler, paha biçilmez bir mücevher gibi yanına geldiği kişilere artı değer katıyor. İşte bu mücevherleri uzaklarda aramayalım.
O, bizim içimizde, keşfedilmeyi bekleyen bir cevher olarak duruyor. Ona ulaşmanın yolu da çok susup az konuşmaktan ve kendimizi, varlık alemini dinlemekten geçiyor.
Kendine güvenmek, kendini sevmek, kapasiteni bilip, kendinle barışık yaşamak güzel. Artık günümüzün aydın insanı çocuklarını bu doğrultuda yetiştirmeye çalışıyor, hatta eğitim kurumları da kendini seven nesiller yetişmesinde katkı sunup, yeteneklerinin ön plana çıkarılmasına çalışıyor. Çok da iyi yapıyor, bir şeyleri eksik bırakmadığı sürece.
Peki hiç düşündük mü acaba? Biz artık kendimizi çok fazla mı sevmeye başladık? Kendimizi çok çok severken karşımızdaki bireyleri küçümsemeye mi başladık?
Samimiyetle bu sorulara cevap vermemiz gerekmektedir.
Alçak gönüllülükle, alçak olmayı karıştırır olduk.
Bu demek değil ki başkasına değer vermek kendi değerimizi düşürüyor.
Bilakis saygınlığımız artar, saygı duyduğumuz oranda sevgi görürüz.
Kişinin hareketleri ruhunun aynasıdır. El kol hareketleriyle, sesini alabildiğince yükselterek, daha vurgulu cümleler kurarak, sadece ben bilirim der gibi bireyler cümle avına çıkmışlar…. Demek ki yetersizliğini bilinçaltında kabul ediyorlar ki bu kadar çaba içindeler. Konu hakkındaki yetersizliğini kaba tavırlarla örtbas etmeye çalışmaktadırlar. Tekrarlanan cümleler, giderek ses tonunun kontrolünü kaybetmeler dayatma aşamasına getiriyor kişiyi.
Oysa dinleyenin anlama kapasitesine ve duygularına güvenip, sakinleşmek en güzeli. Ki işitme sorunu olmayan biriyle bu denli konuşmak saygı sınırını aşmaktır. Keza işitemeyen kişilerle de bağırarak konuşmanın anlamı yok, beden dili ve uygun iletişim konuyu çözer.
Eğitim diyoruz ya; eğitimi sadece okul seviyesine indirgemenin yanlışlığını yaşıyoruz toplum olarak. Sanırım hepimizin konuşma ve diksiyon eğitimi, beden dili eğitimi almamız gerekiyor.
Otobüste, metroda, restoranda ya da kafelerde, ya da resmî kurumların, hastane ve sağlık kurumlarının bekleme salonlarında.
Benzeri yerlerde çaresizce bekliyoruz bazen, yanımızdaki kişilerin ikili ya da grup sohbetlerinin bitmesini. Dinleyene o kadar baskı yapılıyor ki, bilinçli ya da bilinçsiz, o durumu eleştirmek, görgü kurallarına aykırı görülüyor. Bu kurallar değişti de biz mi bilmiyoruz acaba?
Kim tarafından değiştirildi bu ansiklopedik bilgiler. İnsanların toplu halde bulunduğu yerde yüksek sesle konuşulur, müdahale edilmez diye bir kural mı dayatılmaya çalışılıyor?
Kendine güvenmek adına, abartıyla meziyetlerinden bahsedenler, karşıya söz hakkı tanımadan yalnızca kendi vasıflarını öne çıkaranlar; az okuyup çok konuşanlar sınıfına giriyor sanırım. Evet, okuma kültürü ve alışkanlığını içselleştirebilsek, şu hayatta hiç bir şey bilmediğimizi kavrarız. Ve çok konuşmak, hiç nefes almadan konuşmak yerine öz konuşma adabını da ediniriz. Biz bu aşamaya gelecek bir toplum değildik...Ne oldu bize böyle. Sessiz az konuşan, veciz söz söyleyip, sözünü dinleten kadınlara eskiden “Ne Osmanlı kadın böyle” denirdi. Bu hasletler atalarımızdan gelir, giderek kaybettik ne yazık ki.
Nefes al Ya HU nefes al. SUS ve DİNLE.... Kulak ver, bazen de gönlünle dinle. Kainatın sesini dinle. O sessizlikte neler duyacaksın neler….İşitme engelli ve görme engelli insanların altıncı hislerinin kuvvetli olduğunu biliriz. Bu değerli kişilerin sahip olduğu bu hisse, susarak ve bazen gözlerimizi kapayıp, evrendeki, bizim haricimizdeki sesleri dinleyerek ulaşabiliriz.
Bu dünyada sadece biz yaşamıyoruz, göremediğimizi ve anlayamadığımızı yok sayamayız. Görünenin dışında bir de gizli ve anlamamız gereken bir dünya vardır. Başka insanların hislerini anlamazsak, biz de anlaşılamayız. Sadece başka insanların değil, varlıkların hisleri diyelim.
Canlı ya da cansız her varlığın taşıdığı enerji ve kütleye göre hisleri olduğuna inananlardanım. Çevremizde kullandığımız, yıllardır ayrılmaz parçamız olan eşyalar, neden bizde farklı hisler bırakır hiç düşündük mü. Kaybedince, bir uzvumuzu da kaybetmiş gibi olmaz mıyız? Eşyalara veya canlılara hoyratça tekme savunurken, bir daha düşünelim, öfke ve hızlı hareket, çevreye zarar verir. Hırpalanan her nesnenin yaydığı negatif enerji dönüp dolaşıp bize geri gelir.
Bencilliğimiz o kadar had safhaya ulaştı ki; tensel ya da ruhsal acı duygusunu anlamaz olduk. Kaba ve hoyratça davranışlardan artık sadece insanlar değil, hayvanlar, bitkiler ve varlığımızı borçlu olduğumuz doğa da muzdarip olmaya başladı. Yangın sadece evlerin içinde, gönüllerimizde değil, doğada, ormanda, her yerdedir artık..
Göz göze temas belki bizi kendimize getirecektir. Hiç hayvanların gözlerinin içine baktınız mı?
Buradan başlayabilirsiniz, gözleriyle her şeyi anlatırlar, ağlarlar, minnet duyarlar, yalvarırlar, dertleşirler, halleşirler, severler...
Kendine, hislerine, düşüncelerine inanan kimse başkasının gözüne bakmaktan çekinmez. Göz teması iletişimin olmazsa olmazıdır. Sanırım bu, hareketlerimizdeki aşırılığı alacaktır. Çünkü duygu alışverişi devreye girecektir. Gözlerden alacağımız enerji kurak topraklara dönen ruhumuzu bir nebze nemlendirebilecek, merhametsiz yürekler sızlayabilecek ve pınarlardan yaş akabilecektir.
En büyük eksiğimiz olan iletişimi kaybederken, tehlike çanları bizim için çalarken ne yapılması gerektiğine kafa yormak gerek sanırım. Okumayı bu denli sevmeyen, her eğitimi teknolojiye indirgeyen bir topluma iletişim dersini kim verebilir? Belki belediyeler, belki kurumlar, medya ya da sivil toplum kuruluşları. Artık bu önemli konuya eğilmenin zamanı geldi..
Bir deyim vardır; bazı iyi davranışlar için bu son derece “insani” deriz. Artık iyi davranışlar için bu deyimi kullanmak ağır geliyor. İyi davranışlar “ hayvani” oldu. Ne yazık ki onlardan öğrenecek çok önemli dersler var. Toplumdaki, kaos, yıkım, şiddet, taciz, bencillik sadece insanlık ürünü. İnsandan başka hiçbir canlı acı çektirmekten zevk almıyor, hayvanların vahşi eylemleri, yaşamlarını sürdürebilmek adına gerçekleşiyor. Sadece insanlar haneye tecavüz, mala mülke, hakka hukuka, ırza namusa, başkasının vatanına tecavüz ediyor. Ve sadece insanlar bu tecavüzlere her türlü kılıfı uydurup, dini, milli, manevi değerleri alet edebiliyor... Dünyayı bu hale hayvanlar getirmedi. Bilakis, dünyanın hakimi olduğunu düşünen insanların eseri bu yangın yeri..
Değer görmeye layık insana, gerektiği gibi saygı göstermek, aşırıya kaçmamak gerekiyor. Aşırı davranışlar, kişilerin yanlışlarını görmesini engelliyor. Liyakat sahibi kimselerin topluma hizmet etmesi bu yüzden önemli. Saygıyı, çıkarlarımız zedelenmesin diye; kişiliği son derece yetersiz, kaba bir insana gösterirken, maalesef onu yüceltmiş oluyoruz ve hatalarını görmesini engelliyoruz. Bazı endişelerle pohpohlananlar da, bir kısır döngü gibi insanları ezecek davranışlarını arttırıyor.
Empati yeteneği gelişmiş, nazik kişiler giderek yalnızlığa itilip, değersizleştirilmeye çalışılıyor. Kaba ve hoyratça davranış sergileyenlerin psikiyatrik hastalık belirtisi gösterdikleri göz ardı edilip, sessizliği yeğleyen kişilere depresyon ve hastalık tanıları yakıştırılıyor çok bilmiş toplum mühendisleri tarafından..
Bu tür kişiler ne çalışma ortamında, ne sosyal, ne de aile ortamda saygı görüyor. Tek anlaşıldıkları yer belki bir iki sıkı dostlarının yanı…
Yazımın sonunda naçizane olarak reçetemi sunmak istiyorum. Katkı sunmak isteyenleri alttaki yorumlara davet ediyorum.
Az konuşup, çok düşünmek..
Az konuşup, çok okumak..
Uyumak dışında da gözlerimizi kapayıp, gönül gözümüzü açmaya çalışmak..
Hesaba çekileceğimize inanmak, hesaba çekilmeden evvel kendimizi hesaba çekmek..,
Edebiyat, şiir, resim, müzik ya da sanatın farklı bir koluyla ilgilenmek...
Ben şiirden anlamam diye bir şey yoktur.
Yaratılışımız gereği şiirden hepimiz anlarız.
Şiirle ilgilenmek ruhu inceltir, güzel yazı güzel söz okumak ruhu besler..
Belagat saygınlığımızı arttırır..
Bir yerlerden başlayalım, önce kendimizi düzeltelim sonra kendimizi..
Sonra kendimizi..
Sonra kendimizi.. Ve en son;
Yine kendimizi düzeltelim….
Artık başkalarını düzeltip, çok ahkam kesmeyi, yalnızca kendimizi sevmeyi bırakalım..
Son olarak, hep öğüt veren değil, hep hayattan öğüt alan biri olalım artık..
Kendi nefsim de dahil.
RAHİME ALCAN
Çok güzel yazmışsın arkafaşım