BİR ÇINARIN ARDINDAN...

Sene 2011...

Bir Lider’in Portesi Devlet Bey adlı eserimi çıkarmış, çiçeği burnunda bir yazar olarak, Yeniçağ Gazetesi’nin yolunu tutmuştum.

Doğru düzgün bilgim olmayan İstanbul’un Avrupa Yakası’nda, Milliyetçi-Mukaddesatçı bir çizgide yayın yapan Yeniçağ Gazetesi’ni ziyaret etmek için, yola koyuluyorum.

Azmin elinden ne kurtulabilir ki?

Gazetenin İcra Kurulu Başkanı, Sayın Ahmet Yabuloğlu ile tanışıyor, odasına giriyorum. Çok sıcak bir ortam var. Sanki ellerinde büyümüşüm, öyle samimi bir hava. Biz çayımızı yudumlarken, az sonra ayaklarını yere sürte sürte, hafif kirli sakallı, ak saçlı bir ihtiyar giriyor içeriye. Gözlerinde hınzırlık var. Bir şey söyleyecek gibi duruyor; lâkin O daha bir şey söylemeye kalmadan, Ahmet Yabuloğlu devreye giriyor ve Muhittin Nalbantoğlu ile beni tanıştırıyor.

Gel bakayım yanıma diyor Nalbantoğlu. Yanına gidiyorum. Oturuyorum. Ellerimi ellerine alıyor, “maşaAllah ne güzel ellerin var senin, tam sanatçı eli, tam yazar eli, ince uzun, bu çocuk güzel yerlere gelecek” diyor. Tabii mahçup bir eda ile teşekkür ediyorum.

Devlet Bey ile ilgili çıkarmış olduğum eseri, birçok yazar adına imzalayıp, İcra Kurulu Başkanı’na takdim ediyorum.

Muhittin Nalbantoğlu derhal kitabı incelemeye koyuluyor. İçine bakıyor, dışına bakıyor, iç muhtevasını inceliyor ve tebrik ediyor.

Gel zaman git zaman, Yeniçağ Gazetesi benim uğrak yerim oluyor. Birçok fikir adamı ile burada tanışıyorum. Arslan Bulut, Arslan Tekin, Hüdavendigar Onur, Rasim Ekşi, Timuçin Mert, İsmail Arlı...

Muhittin Nalbantoğlu “yoğunum” diyerek, kimseyi yanına almıyor oluşunun aksine, gazetenin idari binasının içerisinde kitaplar ile çevrili odasına beni alıyor ve 3-4 saat yanından ayrılamıyorum. Ben de böyle bir hazinenin içine düşmüşüm, kaçırır mıyım?

Bab-ı Ali’den bahsediyor bana.

Yahya Kemal Beyatlı’dan, Neyzen Tevfik’ten, Alparslan Türkeş’ten, Necip Fazıl’dan, Nihal Atsız’dan, Osman Yüksel Serdengeçti’den, Faruk Nafiz Çamlıbel’den, Nihat Sami Banarlı’dan, Yusuf Ziya Ortaç’tan, Orhan Seyfi Orhon’dan, Halide Edip Adıvar’dan, hatta kapı komşusu Yaşar Nuri Öztürk’ten ve daha birçok fikir, edebiyat ve siyaset sahnesindeki zirve isimlerden.

Muhittin Nalbantoğlu evlenmemiş, bundan dolayı da bir evlat sahibi olamamış. Bir ara beni kendi evladı gibi belledi, yanından ayırmadı, ben de bu tavrına mukabele ettim tabii ki.

Anadolu Yakası Paşabahçe’de oturmasına rağmen, her gün oradan kalkıp, Avrupa Yakası’na, Yeniçağ Gazetesi’nin idari binasına geliyor ve gelirken; 150.000 adet gibi oldukça zengin olan kütüphanesinden, her hafta bana kitap getirip, hediye ediyordu. Öyle bir özelliği vardı ki hangi kitabın hangi sayfasında ne yazıyor, hangi sayfasında imla hatası yapılmış, kaç yılında nerede basılmış, böyle engin ve karşısındakini şok eden bir hafızaya sahipti.

Araştırma, inceleme, derleme, antoloji alanında eserler veren Nalbantoğlu’nun imza atmış olduğu eser sayısı, 300’ün üzerindedir.

Türkiye, Tercüman ve son olarak Yeniçağ Gazetesi’nde yazarlık yaptı.

En son 20 Mart tarihinde görüşmüştük.

Sakallarını ve saçlarını uzatmış, tam bir ak sakallı olmuştu.

Bu görüntüsü ile Necip Fazıl Kısakürek’in ebedi âleme intikal etmeden önceki portresine benziyordu.

Yüzüne nur inmiş, daha da sevimli bir hâle gelmişti.

Bunlar Nalbantoğlu ile ilgili benim yazdıklarım. Bir de onu anlatan gazeteciler var. Bir de onlardan dinleyelim...

Zafer Yayınları arasında 1997 yılında “Gazeteci Milleti” adı ile çıkan Gürbüz Azak’ın eserinde, “Bütün Kitapları Tanıyan Adam” başlığı altında Muhittin Nalbantoğlu’ndan, şu şekilde bahsetmektedir:

“Yazar ve gazeteci Muhittin Nalbantoğlu bir seferinde üzüntü ile anlatıyordu: “Şu Meydan Larousse’ta tam 1200 büyük yanlış var. Tekrar tekrar bastıkları halde yanlışlar düzelmiyor...”

İşe bakın.

Birisi çıkıyor, onbinlerce sayfayı dikik dikik edip, 1200 yanlış buluyor...

Muhittin Nalbantoğlu tam bu işlerin adamıdır. Kitap kurdudur. Yeter ki siz sorun. Cevabını derhal alırsınız...

Nalbantoğlu işte bu ayağa can ve gönülden sarılmıştır...

Hangi kitap ne vakit yazılmıştır, şimdi nerelerde bulunur, fiyatı nedir, hemen bilir. Öylesine geniş bir hafızaya sahiptir ki, kimin kütüphanesinde kaç kitap olduğunu, gelip geçmiş bütün editör ve yazarları şecereleriyle anlatır.”

Süleyman İskender ise Muhittin Nalbantoğlu’nun portresini kaleme almış olduğu yazısında, şunları söylemektedir:

“Orta boylu ve asabi görünüşlü bu adam, son derece becerikli elleriyle kitapları bir başka şekilde kavrayıp, oradan oraya bir kuş gibi kıvrak bir şekilde uçuruyor ve kısa kısa notlarla o kitaplarla ilgili anılarını anlatıyordu.. Falan kitap, filan yazarındır, falan sayıda baskı yapmış.., filan yerdedir.., gibi anında tarihçesini aktarıyordu bizlere..
Şaşırmıştım tabii.. Bir yandan da hiç durmadan, Akif’ten, Safahat’tan, Nazım’dan, Necip Fazıl’dan ve daha nice şairin şiirlerinden ‘ezbere’ mısralar okuyordu.. Ayrıca, müziğe olan tutkumu öğrenince, ezberden.. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yazılmış sayılamayacak kadar çok şarkı ve türkü sözleri konusunda da örnekler vererek aklımı, fikrimi yerle bir etmişti.. Sonra öğrendim ki.. Nalbantoğlu, bir ‘Safahat hafızı’ olduğu gibi Nazım’ın, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde isim yapmış, ya da yapmamış pek çok şairin şiirlerinin hafızı ve arşivist, tarihçi, şecere uzmanı, yazar, ve.., ve.., ve.., Sonra o büyüdükçe büyüdü, ben de küçüldükçe küçüldüm!..

O tarihte, Nalbantoğlu’nda, “yedi bin” sanatçının biyografisi vardı.. Dile kolay, yedi bin.. Koskoca.., Kültür Bakanlığı bile bu konuda güdük kalmıştı yani.. Kaç yazarın, kaç çocuğu var, kim, kimle yaşamış, kim, kimin torunu kim, kim kimdir? Tamamını..isim isim biliyor ve sıralıyordu!”

Kamil Parın ise yazmış olduğu dergiler hakkında, bize şöyle bilgi vermektedir:

“Nalbantoğlu edebiyat incelemeleri ve bibliyografya çalışmaları ile tanındı. Hal tercümelerini, tarih yazılarını, çocuk romanlarını ve milli piyesleri derledi. İstanbul Ansiklopedisi’ne madde yazdı. Öykü, şiir, eleştiri, bibliyografya, biyografi ve tarih üzerine yazıları İstanbul, Yelpaze, Düşünen Adam, Sanat Dünyası, Kalem, Hareket, Milli Hareket, Tercüman, Gençliğin Sesi, Anadolu, Ülkücü Öğretmen, Bilgi, Düşün, Milli Ziraat ve Ekonomi dergi ve gazeteleri başta olmak üzere pek çok yayın organında yer aldı. Sakarya’da yayımlanan günlük Yenidoğu gazetesinin iki yıl başyazarlığını yaptı ve kültür sanat sayfasını hazırladı.”

Gördüğünüz gibi, Muhittin Nalbantoğlu eşine ender rastlanabilecek bir hafıza ve yeteneğe sahipti.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada haberlere bakarken, Bilgeoğuz Yayınları’nın sahibi, kıymetli büyüğüm Oğuzhan Cengiz’in sayfasında, Nalbantoğlu’nun COVİD-19’dan dolayı hastaneye kaldırıldığını öğrendim.

Hemen telefona sarıldım ve Ahmet Yabuloğlu’nu aradım. Uzun bir zaman olmuş Nalbantoğlu hastaneye yatalı. Durumu kritik, yoğun bakım ünitesinde yatıyor, hatta kalbi durmuş ve yapılan müdahaleler neticesinde, tekrardan hayata tutunmuş. Lâkin herkesin nefesi ve kaderi, Allah’ın inayetinde. Ne bir saniye ileri, ne bir saniye geri. Vakti dolan, çekip gidiyor, gerçek âleme...

Hem Cenab-ı Allah Nisâ Suresi 78. Ayet’indeki buyruğunda şöyle demiyor muydu:

“Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”

“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” Ayet’i Kerimesi’nin tecellisidir bu.

Şair diyor ya bir şiirinde:

“Ölüm Allah’ın emri de ayrılık olmasaydı.”

“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” demiş, büyüklerimiz...

Seninle birlikte, bir tarih de gitti.

Bizden önce davrandın koca çınar, gittiğin yerde bize de yer aç.

Selâm et gittiğin yerde, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman.” dava büyüklerimize.

Rahmet yağsın üzerine.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile...

YORUM EKLE