Bu aralar çok gündemde olan bir konu aslı “Kongre Hükümeti” olan “Başkanlık sistemi”. Ben bu konuya sıcak bakan taraftanım.
Sisteme geçmek, Parlamenter rejimde kalmak veya bir tarafta olmak önemli değil. “Hayır olmaz” yerine “neden olmasın” veya “neden olmamalı” diyebilmek…
Kestirip atmak yerine düşünmek, fikir beyan etmek kısacası tartışmak..
Kolay olanı seçmemeli insan dünyadaki örneklerini de görüp sonuçlarını karşılaştırmalı.
En azından bir şeyler söyleyebilmeli. İnandığın doğruları savunmaktan başka seni ne mutlu edebilir ki?
Sisteme geçmek, Parlamenter rejimde kalmak veya bir tarafta olmak önemli değil. “Hayır olmaz” yerine “neden olmasın” veya “neden olmamalı” diyebilmek…
Kestirip atmak yerine düşünmek, fikir beyan etmek kısacası tartışmak..
Kolay olanı seçmemeli insan dünyadaki örneklerini de görüp sonuçlarını karşılaştırmalı.
En azından bir şeyler söyleyebilmeli. İnandığın doğruları savunmaktan başka seni ne mutlu edebilir ki?
Dünyadaki 193 devletten 68’i Başkanlık sistemini 70’i parlamenter sistemi uygulamaktadır.
Bu sistem günümüzde değil daha önceki dönemlerde de Süleyman Demirel, Tansu Çiller, en çok Turgut Özal [(bir dönem Alpaslan Türkeş)] gibi liderlerce hep gündeme gelmiş aradaki tek fark bu liderler iktidardan düştükten sonra bu sistemi tartışmışlardır.
Şimdiki Başbakanımız zirvedeyken bu sistemi gündeme getirmiştir.
1960 krizi öncesi Türkiye kahve ithal edemez durumaydı. Değişimi engeller korkusu yaşayanlar da oluyor, fakat sık değişim yaşadığımız yıllarda da; 10 yılda 12 hükümetin değiştiği 1980 yılı öncesinde o dönemki Başbakan Demirel’in ifadesi ile “Türkiye 70 sente muhtaç” hale geldiği hala akıllardaki yerini korumaktadır.
O dönemleri bizzat görmüş ;sanayi, girişim denince ilk akla gelen, benimde çalışma, azim, kararlılık, yardımseverlik deyince sayabileceğim birkaç insandan biri olan ; Denizli’nin saygıdeğer ailelerinden ve Manisa’da da fabrikası olan İsmail Baki Abalıoğlu’nun oğlu Orhan Abalıoğlu, o zamanda bu yaşanan kaosa
1960 krizi öncesi Türkiye kahve ithal edemez durumaydı. Değişimi engeller korkusu yaşayanlar da oluyor, fakat sık değişim yaşadığımız yıllarda da; 10 yılda 12 hükümetin değiştiği 1980 yılı öncesinde o dönemki Başbakan Demirel’in ifadesi ile “Türkiye 70 sente muhtaç” hale geldiği hala akıllardaki yerini korumaktadır.
O dönemleri bizzat görmüş ;sanayi, girişim denince ilk akla gelen, benimde çalışma, azim, kararlılık, yardımseverlik deyince sayabileceğim birkaç insandan biri olan ; Denizli’nin saygıdeğer ailelerinden ve Manisa’da da fabrikası olan İsmail Baki Abalıoğlu’nun oğlu Orhan Abalıoğlu, o zamanda bu yaşanan kaosa
değinmiştir. Manisa’da doğmuş burada eğitim hayatının bir kısmını tamamlamış gazeteci yazar Zafer Özcan’ın herkesin evinde bulunması gerektiğini düşündüğüm “Sanayinin Çilekeş Duayenleri” adlı kitabında Orhan Bey’e yer verip bahsetmiştir.
Diğer fabrikalarının yanı sıra viyol fabrikası kurmak isteyen ve bunun gerekli malzemelerini temin için Danimarka’ya giden Orhan Bey’in parası olduğu halde; bu sözler üzerine, ülkenin dış politikası itibarını kaybettiği için fabrika hayallerinin suya düşmesini, Danimarka’nın ona satış yapmadığını çeşitli yerlerde anlatmıştır.
O zamandalar da ve ülkenin koalisyonlardan bunaldığı dönemlerde bu sistem gündeme gelmiş; ama Hitlerin parlamenter rejimden ortaya çıktığını unutarak diktatörlük gelecek yada parti,lider kendisi için istiyor gibi baskılarla üzeri hep örtülmüştür, tartışmaya kapatılmıştır. Bu gün Türkiye; geçmişin bu yıkıntılarından sıyrılıp kararlı, dik duruşu ve istikrarlı hareketleri ile İsrail’i kendinden özür diletecek konuma getirmiştir.
Türkiye’nin geleceği ve kimin ne yaptığı belli olmayan koalisyon dönemlerinin bu duruşumuzu tekrar yıkmaması için; en önemlisi, siyasi istikrar getirecek bu sistem üzerine ciddi bir şekilde araştırıp düşünmeliyiz.
Diğer fabrikalarının yanı sıra viyol fabrikası kurmak isteyen ve bunun gerekli malzemelerini temin için Danimarka’ya giden Orhan Bey’in parası olduğu halde; bu sözler üzerine, ülkenin dış politikası itibarını kaybettiği için fabrika hayallerinin suya düşmesini, Danimarka’nın ona satış yapmadığını çeşitli yerlerde anlatmıştır.
O zamandalar da ve ülkenin koalisyonlardan bunaldığı dönemlerde bu sistem gündeme gelmiş; ama Hitlerin parlamenter rejimden ortaya çıktığını unutarak diktatörlük gelecek yada parti,lider kendisi için istiyor gibi baskılarla üzeri hep örtülmüştür, tartışmaya kapatılmıştır. Bu gün Türkiye; geçmişin bu yıkıntılarından sıyrılıp kararlı, dik duruşu ve istikrarlı hareketleri ile İsrail’i kendinden özür diletecek konuma getirmiştir.
Türkiye’nin geleceği ve kimin ne yaptığı belli olmayan koalisyon dönemlerinin bu duruşumuzu tekrar yıkmaması için; en önemlisi, siyasi istikrar getirecek bu sistem üzerine ciddi bir şekilde araştırıp düşünmeliyiz.
Sistem değişikliği tabi ki kolay bir şey değil. Zaten bu model tek bir partinin zorlamasıyla olacak bir model hiç değil.
Bütçe ve Kanun hazırlaması engellenen bir başkan örneği olacakken buna “eyvah krallık, diktatörlük, şahlık, sultanlık ,darbe gelecek, üniter yapılı bir ülkeyken federalizim!!” demekten ötesine geçebilmelisin sende.
Bütçe ve Kanun hazırlaması engellenen bir başkan örneği olacakken buna “eyvah krallık, diktatörlük, şahlık, sultanlık ,darbe gelecek, üniter yapılı bir ülkeyken federalizim!!” demekten ötesine geçebilmelisin sende.
Darbe çıkan ülkelerde, bu etkiyi; hükümet sisteminin değişimimi doğurmuştur yoksa ülkenin diğer özellikleri mi? Acaba sonucu diktatörlükle biten ülkeler sistemin tüm kurallarını gerektiği gibi uygulamışlar mıdır ülkelerinde, yoksa liderlerine sistem dışı ayrıcalıklar tanımışlar mıdır? İnanmadığın şeyi tabi ki kabul etme hatta sonuna kadar karşı çık ama açıklayarak…
Bir gün bir ressam hocasına tablosunu getirir.
Hocası ressama bu tabloyu al herkesin görebileceği açık bir mekana yerleştir ve tablonun yanına bir defter koy der.
Defterin üzerine de “bu tabloda gördüğünüz beğenmediğiniz yerleri ve eksiklikleri bu deftere kaydedin” yaz der.
Aradan bir süre geçer ressam defteri alır hocasına götürür.
Hocası defterin başından sonuna kadar dolu olduğunu görür.
Sonra öğrencisinden ikinci bir şey ister; bu tabloyu al aynı yere koy bu sefer tablonun yanına fırça ve boyaları koy defterin üzerine de “lütfen bu tabloda gördüğünüz eksiklikleri ve beğenmediğiniz yerleri fırça ile düzeltiniz” yaz der.
Bir müddet sonra ressam resmini almaya gittiğinde tabloya bakar hiç düzeltme yok ,deftere bakar bomboş.
Hocasına durumu anlattığında hocası şöyle der; “Hepimiz eleştirmeyi sever lafta mangalda kül bırakmayız.
Ama iş uygulamaya geldi mi nutkumuz tutulur.
Eleştirdiğimiz durumların çözümünü de üretmeliyiz.”
Hocası ressama bu tabloyu al herkesin görebileceği açık bir mekana yerleştir ve tablonun yanına bir defter koy der.
Defterin üzerine de “bu tabloda gördüğünüz beğenmediğiniz yerleri ve eksiklikleri bu deftere kaydedin” yaz der.
Aradan bir süre geçer ressam defteri alır hocasına götürür.
Hocası defterin başından sonuna kadar dolu olduğunu görür.
Sonra öğrencisinden ikinci bir şey ister; bu tabloyu al aynı yere koy bu sefer tablonun yanına fırça ve boyaları koy defterin üzerine de “lütfen bu tabloda gördüğünüz eksiklikleri ve beğenmediğiniz yerleri fırça ile düzeltiniz” yaz der.
Bir müddet sonra ressam resmini almaya gittiğinde tabloya bakar hiç düzeltme yok ,deftere bakar bomboş.
Hocasına durumu anlattığında hocası şöyle der; “Hepimiz eleştirmeyi sever lafta mangalda kül bırakmayız.
Ama iş uygulamaya geldi mi nutkumuz tutulur.
Eleştirdiğimiz durumların çözümünü de üretmeliyiz.”
Kim bilir belki de önyargılar, dayatmalar; sen konuştukça, ben konuştukça; farklı görüşteki insanlar aynı ortamda konuşabildikçe (!), tartışabildikçe(!) azalır.
Bu her konuda böyle değil midir zaten?
Bu her konuda böyle değil midir zaten?
F.HİLAL ÖZMAN
yazinizi beyendim.başarinizin devamini diliyorum