Yıllardır ekranlarda kadın cinayetlerini izliyor, yorumlar yapıp üzülüyor, çözümler arıyoruz ama başarılı olamıyoruz.
Biz ne zaman şiddetle bu kadar iç içe olduk? İnsan düşününce çok gerilere gidiyor ama var olan toplumsal şiddetten bahsetmiyorum. Artık şiddet bireyselleşti. Kişilerin en yakınlarına, sevdiklerine uyguladığı şiddetten bahsediyorum. Yanı başında aynı evi paylaşıp aynı havayı soluduğu, aynı yastığa baş koyduğu, iyi günde kötü günde diye söz verdiği, sırdaşı, sevgilisi, can yoldaşına kıyan bir canlı türü var.
Ne yazık ki aramızda dolaşıyorlar, büründükleri kamuflajlarıyla biz onları insan gibi görüyoruz. Ancak işledikleri cinayet sonrası haklarında konuşuyor, fikir sahibi oluyor, onlar insan değil canavar diyoruz.
Biz toplum olarak hayatın her anında şiddeti yaşadık. Çabuk galeyana gelen, hisleriyle hareket eden, öfkesine kolay yenilen, sıcakkanlı olmakla beraber sevgisini de öfkesini de anında gösteren bir milletiz. Kişiliğimizi geliştirmenin yollarını aramadan sadece duygularımızla hareket edip her konuya takım tutar gibi yaklaşırız. Sevdiklerimize söz hakkı tanımıyoruz, seversek ölümüne seviyoruz.
Bu sakat bir sevgi anlayışı olmakla beraber genlerimize işlemiş, düzelmesi asırlar alacak gibi duruyor. Yeşilçam filmlerinde yıllarca izlemedik mi, genel tema hep buydu yıllarca senaryolarda. Değer mi sevdiği insanı toprağa gönderip sonra parmaklıklar arkasında ömür tüketmeye?
Acaba bu şiddeti körükleyen sorunlardan biri de medya dünyası ve kültürel yozlaşma mı? Manevî değerlerimizi, empati, sevgi, anlayış ve yardımlaşma duygularımızı kaybetmemizin, her konuyu tartışmadan kutuplaşmaya götürmemizin ardında medya yok mu? Onun beslendiği kaynak hep kaos, görsellik, hareket ve renkli dünyalar olmuştur. Tek suçlu medya dünyası olmasa da yangının körüklenmesinde büyük payı var gibi.
Çok değil, doksanlı yılların başında özel televizyonlar hayatımıza girdi. Medya dünyası arasında kıyasıya rekabet yaşanmaya başlandı.
O yılları yaşayanlar iyi bilir, eğlence, magazin başlığıyla sunulan programlar, televole kültürü.. Derken haber programlarının sunucularının kendileriyle özdeşleşen sunum şekilleri.. Önceleri onları izlemenin cazibesi herkesi sardı.
Haber alma kolaylığıyla akşam bültenleri hiç kaçırılmaz oldu. Her program filtresiz olarak ailecek, konu komşuyla, her yaş çocukla izlendi. Aile içi şiddet, sokak şiddeti ve her türlü ilgi çekici haberler canlandırmayla, dakikalarca, insanların gözünün içine soka soka sunuldu. Film izleme tadında izlendi. Üzülmedik mi, üzüldük tabii, ekranlarda sunulan programların gündemde tuttuğu kadar hatırladık, sonra unuttuk.
Sık sık affa uğrayan suçlular her sokağa çıktığında suç potansiyelini arttırdı. Yeniden ceza aldı, yeniden affa uğradı… Derken günümüze gelindiğinde, gündüz programlarının masum görünen formatı ekranlara halkı bağımlı yaptı. Okumaktan, fikir üretip iletişim ve kişilik özelliklerini geliştirmekten uzak kitleleri madde bağımlısı gibi kendine bağladı. Suçluların peşine ekranları başındaki boşluktan canı sıkılan halkı düşürdüler. Seviyesiz diyaloglarla uzadıkça uzayan süreçte suçlular giderek şöhret kazandı. Artık şiddet uygulayıp, canavarca hislerle insan öldürmenin de bir deyimsel cazibesi olmaya başladı. Bu suç kavramı bilinir hale geldi.
Kişilik bozukluğu yaşayıp ruhsal sorunlarla baş edemeyen, ekonomik zorlukların pençesinde kıvranan, bazen işsiz, bazen çok işi, çok parası olan herkesin medyatik olma sevdasına tutulmasına zemin hazırlayan sosyal medya çılgınlığı da eklenince işin içinden çıkılamaz hale geldi. Suç işlemeye özendi bazı suça yatkın kişiler.
Artık tehdit, kıskançlık, yan bakma, mesajlaşma gibi nedenler bile psikopat ruhlu insanları kışkırtıyor.
Durumun farkına varan bazı insanlar şikayetçi ama kimse dile getirmiyor. Aynı izlenme oranlarıyla akşam bültenleri izleniyor.
Şiddet sanki salgın hastalık gibi artıyor ve bulaşıyor. Şu anda korona virüs gibi amansız bir hastalıkla mücadele ederken aldığımız tedbirlerden daha fazlasını şiddet salgını için almalıyız. Şiddeti körükleyen dizi filmleri ve haber bültenlerinde haberlerin sunuş biçimlerine itirazlarımızı yüksek sesle dile getirmeliyiz.
Medyanın toplumu eğitme ve güzel örnekleri çok gösterme vizyonu taşıması lazım. Hikâyeler farklı olsa da kaderleri aynı. Her gün yeni bir kadın cinayeti işleniyor. Öldürme şekilleri en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor ama hiç çözüm üretilmiyor.
Daha iki yıl önce burada yazdığım bir yazıda haykırmıştım.
“ İnsanlığımızın Ölmesini İstemiyorum” başlığıyla, ülkemde cinayet görmek istemiyorum, ülkemde yok oluş, yangın, taciz, dehşet ve vahşet görmek istemiyorum. Artık hızla sürüklendiğimiz bu anafordan çıkmak, sığ sularda yüzmek, insan gibi yaşamak istiyorum, diye bir yazı yazmıştım.
Yine serzenişlerde bulunmuş, çözümler önermiştim. Ama o günden bu güne hiçbir şey değişmedi. Bir arpa boyu ilerleyemedik.
O hafta Emine Bulut, kızının gözleri önünde öldürülmüş, kimse bir şey yapamamış, “ölmek istemiyorum” haykırışları bizleri derinden sarsmıştı.
İsim isim saysak yine durum değişmiyor, artık yeni bir kurtuluş savaşı başlatmamız ve kadın cinayetlerini durdurmamız lazım. Düşman işgali gibi nefislerimiz bizi işgal etmiş, tek tek geleceğimiz yok ediliyor, kadınlar tek tek öldürülüyor.
RAHİME ALCAN
BİR ARPA BOYU YOL ALAMADIK
- 16 Kasım 2021, 09:05
- 630
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi
YORUMLAR
Orhan Bahçıvan - 3 yıl Önce
Sayın Rahime Alcan Hanım
Sizin tüm yazılarınızı okuduğumu söylemeliyim. Bu yazınızı ise iki kez okudum. Güzel bir yazı kutluyorum sizi. Ben bu sözünü ettiğiniz cinayetler üstüne bir yazı yazmıştım. Yıllar öncesi, benim Blogger sayfamda ve daha bir çok internet sayfalarında 2016 yılından bu yana yayındadır. Başlık: »Sil baştan Yazılmalı Edebiyatımız« eğer benim yazıyı okursanız ne demek istediğimi görürsünüz. Yazıyı başlık ile ararsanız bulursunuz. Selamlar.
Rahime Alcan @Orhan Bahçıvan
- 3 yıl Önce
Orhan Hocam, internette isminiz ve "Sil Baştan Yazılmalı Edebiyatımız" başlığıyla arattım buldum yazınızı. Okudum, gerçekten duygularıma tercüman olmuşsunuz. Geniş çaplı araştırmayla, örneklerle zenginleştirdiğiniz yazınızı tekrar paylaşın, öne çıkarın. Biz yazarlar toplumu aydınlatmakla, doğru bildiğimizi söylemekle yükümlüyüz. emeğinize sağlık, saygılar sunuyorum.
Kaleminize saglik Rahime Hanim
Çok teşekkür ederim, sizin de yüreğinize sağlık.