KIRKAĞAÇLI PROF.DR ÖZERDEM BARIŞ SÜRECİNİ DEĞERLENDİRDİ
İngiltere Coventry Üniversitesi Barış ve Uzlaşma Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Stratejik Araştırma ve Analiz Merkezi (Centre for Strategic Research and Analysis) CESRAN’ın Başkanı Kırkağaçlı Prof. Alpaslan Özerdem, Hürriyet Ege’ye önemli açıklamalarda bulundu.
İşte Özerdem’in bugünkü Hürriyet Ege’de yayınlanan röportajı.
Özerdem, 20 yıldır Afganistan, Bosna-Hersek, El Salvador, Kosova, Lübnan, Liberya, Filipinler, Sierra Leone, Sri Lanka, Nijerya gibi silahlı çatışmadan etkilenmiş ülkelerde çok sayıda araştırma ve uzmanlık projeleri üzerinde çalışıyor.
Manisa Kırkağaç doğumlu olan Özerdem, dünyanın farklı çatışma bölgelerinde ulusal ve uluslararası kuruluşlar için bilirkişi olarak aktif rol alıyor. 29 Haziran - 3 Temmuz arasında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Barış Çalıştayın da 47 ülkeden gençlerle barış çalışacaklarını söyleyen Prof. Özerdem, ülkemizdeki çözüm süreci konusunda da bilgi verdi.
Manisa Kırkağaç doğumlusunuz. Hayatınızda Coventry Üniversitesine giden süreç nasıl gelişti?
Kırkağaç, Manisa’nın çok güzel bir ilçesi, liseye kadar geçen çocukluğumda gerçekten çok güzeldi. İzmir Atatürk Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesindeki mühendislik öğrenimimden sonra, dil kursu için gittiğim İngiltere şimdiki evim oldu. İnsanoğlu olarak herşeyi planlayabildiğimizi düşünüyoruz, ama benim çocukluğumda hatta gençlik yıllarımda, yurt dışında yaşamak gibi bir düşünce yoktu. 20 yaşında Londra’ya geldiğimde akademisyen olmak bile aklımdan geçmiyordu. Önce South Bank Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptım, sonra da York Üniversitesi'nde Savaş Sonrası Tekrar Yapılanma ve Barış İnşası konusunda doktora. Ondan sonra bir baktım, resmen akademik yaşama girmişim. 1999’dan 2010’a kadar New York’daydım, 40 yaşında Coventry Üniversitesine Barış İnşası Profesörü olarak geçtim.
Coventry Üniversitesindeki Barış Merkezinin müdürüsünüz. Nasıl bir merkez burası ?
Güven, Barış ve Sosyal İlişkiler Merkezi’nin eşbaşkanıyım.
Merkezimizde araştırma görevlisinden profesörlere, 50’den fazla çalışan arkadaşımız var. Çok uluslu, çok kültürlü, vizyonlu, çatışmalardan etkilenmiş insanlar, toplumlarla doğrudan ve beraber çalışarak barış inşası yapmaya adamış bir akademik kurumuz. Çatışmaları önleme, barışı koruma, toplumsal uzlaşma ve çatışma sonrası tekrar yapılanma konularında dünyanın dört bir tarafında araştırma ve uzmanlık projeleri yapıyoruz. Kararların konsensüs ile verildiği, binasında açık ofis planı olan ve hiyerarşisini elimizden geldiğince en aza indirgediğimiz bir yer. Yüksek lisans, doktora programlarımız ve bizleri hiç yalnız bırakmayan değişik ülkelerden gelen muhteşem ziyaretçilerimiz var.
HER ÜLKENİN ÇÖZÜM SÜRECİ FARKLI
Bugüne kadar ne gibi çalışmalar yaptınız?
6 araştırma grubumuz var. Silahlı çatışmaların analizinden, toplumların değişim süreçleri, göç ve kimlik, şiddet içermeyen çatışma dönüşümü, inanç ve barış inşası, eski savaşçıların topluma kazandırılması, çatışma önleme ve toplumsal uzlaşma gibi birçok konuda çalışıyoruz. Afganistan, Filistin, Liberya, Somali, Suriye, Kolombiya, El Salvador, Güney Afrika, Bosna, Kosova ve Türkiye gibi çatışmalardan etkilenmiş birçok ülkede yaptığımız çalışmalar, merkezimizin en önemli bilgi üretme, yayma ve paylaşma stratejisini oluşturuyor. Bize göre, bu sorunları alana inmeden, kütüphanelerde oturup kitap okuyarak anlayamazsınız. Savaş, çatışma ve barış konularında çalışan akademisyenlerin, bu konuda söyleyebileceklerim var diyen bütün uzmanların alana inmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bosna-Hersek’ten Sri Lanka’ya, Afganistan’dan El Salvador’a çatışmalı ülkelere baktığınızda süreçler aynı şekilde mi işliyor, farklılıklar varsa neye göre değiştiğini düşünüyorsunuz?
Hiçbiri birbirine benzemiyor aslında. Her bölgenin, ülkenin ve çatışmadan etkilenmiş toplumun kendine has bir tarihi, coğrafyası, kültürü, yönetişim geçmişi, ekonomik gerçeği, jeopolitiği, komşuları ve daha saymakla bitiremeyeceğim özellikleri var. Bunun üstüne bir de o şiddetli çatışmanın aktörleri, çatışmanın şiddet özellikleri ve sürecini, bölgesel ve uluslararası müdahale aritmetiğini resime eklediğinizde anlıyoruz ki eğer gerçekten üstünüze tam anlamıyla oturan bir takım elbise istiyorsanız, fabrikasyon üretim yöntemiyle bu iş olmaz. Evet, bu süreçler arasında benzerlikler olabilir, hatta birbirleri için bazı dersleri alıp uygulayabiliriz, ama her barış sürecini kendine has iç ve dış parametleriyle değerlendirmeliyiz. Barış inşası bu yöntemle şekillenmeyince zaten o ülkenin ilk üç yıl içinde çatışmaya dönme olasılığı 40’a ve bu ilk beş yılda 50’ye çıkıyor. Yani, ithal barış süreci yaklaşımının kimseye faydası yok. Bir de bu süreçlerin işleyişinde siyasi iradenin önemi çok mühim. Barış sürecini finanse edebilirsiniz, barışı tesis etmek ya da korumak için uluslararası toplumdan arabuluculuk yada barış gücü yardımı alabilirsiniz, ama en başında barış yapmaya niyetiniz yoksa, zaten açıkçası o sürece girmenin de pek anlamı yok. Sadece vakit kaybetmekle kalmazsınız, aynı zamanda toplumda barışa karşı bıkkınlık oluşturur ve gelecekte gerçekleştirilebilecek barış süreçlerini de daha zora sokmuş olursunuz. Yani yararından çok zararı olur.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE AKADEMİSYEN YOK
Türkiye de şu an bir çözüm sürecinde... Siz bu süreci nasıl görüyorsunuz? Hep söylüyorum, barış süreçlerini bir yarış olarak düşündüğümüzde, hem bir maraton gibi uzun soluklu koşabilmeliyiz, hem de 110 metre engelli koşunun gerektirdiği teknik kabiliyete sahip olmalıyız. Şimdi bir de Türkiye'deki çözüm sürecine bakalım. Seçim olacak diye barış sürecini askıya alan bir ülke Türkiye. Ya da Akil İnsanlar gibi farklı bir barış tesisi girişimine imza atıp, ben katılımcı bir çizgi izlemek istiyorum izlenimi verirken, halen bu raporlara ne olduğunu bilmediğimiz bir yer, Türkiye. Barış görüşmelerinde şimdiye kadar izlediğim kadarıyla siyasetçiler, istihbaratçılar var, ama akademisyenler yok. Bu işin bilimiyle uğraşan insanlara biz bu işi doğru mu yapıyoruz diye soran bir süreç değil Türkiye’deki. Toplumumuzda yaşadığımız birçok sorunun nedenleri olan yukarıdan inmeci, ataerkil, katılımcılıktan uzak, rasyonellikle test edilmeyen yaklaşımlar, bana göre Türkiye’deki barış sürecinin ana çerçevesini oluşturuyor.
Sürecin önündeki en büyük engel nedir sizce?
Aslında o kadar çok engel var ki ve bu çok köklü ve derin sorunları barışa dönüştürebilmek için çok sağlam, etik ve insanları için çalışan bir siyasi iradenin tesisi şart. Bakın sonuçta bu çatışmadan en çok zarar görenler bizler gibi sokaktaki vatandaş, çocuğu ölen ya da dağa çıkıp gençliğini, geleceğini heba edenler. Bizler, sıradan vatandaşlar ödüyoruz bu işin faturasını, ağlayan bizim annelerimiz, kan akıtmaya harcanan para, okula, hastaneye gitmeyen bizim vergilerimiz. Ama Türkiye’de kiminle konuşursam benimle paylaşılan, barışın ne getireceğine dair çok büyük bir endişe ve korku. Bu belki de bu tür süreçlerden geçmiş bütün ülkelerde yaşanılan bir toplumsal gerçeklilik, ancak bu sürecin bütün paydaşlarının artık şunu anlaması lazım. Etnik kimliği ne olursa olsun bu ülkenin insanları daha fazla kan dökülmesini istemiyor. Biliyoruz, çatışma bittiğinde kendilerini besleyen çatışma ekonomisi de gidecek, ama zaten yeterince zenginleştiler, ve artık ben diyorum ki, lütfen bir yazlık alıp bir yerlerde emeklilik anılarını yazsınlar ve bu ülkenin yakasından düşsünler.
47 ÜLKEDEN 100’E YAKIN GENÇ İNSAN
Coventry Üniversitesi ile Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde düzenlediğiniz Dünya Barış Çalıştayları ne zamandır düzenleniyor? Kimler katılıyor?
Coventry Üniversitesi olarak Türkiye’deki birçok üniversite ile ortak çalışma yürütüyoruz. Kadir Has Üniversitesi ile ortak yüksek lisans programlarımız var. Her yıl İstanbul İnsani Güvenlik Konferansını düzenliyoruz, barış inşası konusunda yaz programları açıyoruz ve ortak araştırma projelerimiz var. Dünya Barış Çalıştayının ilkini Karadeniz Teknik Üniversitesinde, başkanlığını yürüttüğüm CESRAN International ile birlikte Trabzon’da gerçekleştirdik. Geçen yıl ikincisini Muğla'da düzenlediğimiz etkinliğin bu yılki ev sahibi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nin Uluslararasi İlişkiler Bölüm Başkanı, kız kardeşim Doç. Dr. Füsun Özerdem, aynı zamanda üniversitenin Uluslararası Ofisinin Müdürü. Bunun yanında Rektör Prof. Dr. Mansur Harmandar, diğer hocalarımız ve öğrencilerimiz, etkinliğimizi gerçekten sahiplendiler.
Kimler katılıyor? Katılımcılar nasıl belirleniyor, hangi ülkelerden kaç genç katılacak? Her yıl dünyanın değişik ülkelerinden 100’e yakın genç insanı beş günlük bir eğitim ve atölye çalışması programı ile ağırlıyoruz. Bu yıl 47 ülkeden kendi ülkelerinde barışın tesisi ve inşası üzerine çalışan katılımcımız var. Ama bunun yanında barış için ne yapabilirim diyen ve daha önce bu alanda çalışmamış katılımcılarımız da oluyor. Geçen yılın ana teması barış için kültür, sanat ve turizmdi. Bu yıl, vatandaş - barış ilişkisi üzerine çalışacağız. 400’e yakın başvuru aldık ve etkinliğimize niye katılmak istediklerini sorduk. Verilen yanıtlara, akademik ve iş tecrübelerine göre katılımcılarımızı belirledik. Atölye çalışması olduğu için sadece hocalarından değil birbirlerinden de birçok şey öğreniyor olacaklar. Muğla bölgesinin muhteşem doğa ve tarihi güzelliklerini tanıtacak gezileri de Çalıştay programımıza ekledik.
MUĞLA,GENÇ BARIŞ İNŞACILARI İÇİN ÇOK POPÜLER
Bu yıl konuşmacı olarak kimler gelecek?
Bu yıl ki konuşmacılarımız ve atölye çalışmalarını yürütecek hocalarımız İngiltere, Filistin, Romanya, Hollanda, Sırbistan ve Güney Afrika’dan geliyor. Elbette Türkiye’den de çok değerli hocalarımız var. Örneğin, Dokuz Eylül Üniversitesinden, Türkiye’de okullarda barış eğitimi konusunda çok değerli çalışmalara imza atmış, Prof. Abbas Türnüklü bunlardan biri. Ülkemiz özellikle bölgemizin, dünyada barış süreçlerinde ne gibi bir rolü olabilir.
Türkiye, biliyorsunuz uzun yıllar özellikle Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika ve Asya’nın farklı ülkelerinde barış süreçlerine katkıda bulundu. Birleşmiş Milletler barış güçlerine verdiği destek, arabuluculuk girişimleri, insani yardımdaki cömertliği ve barışın inşasında aldığı aktif rol bütün dünyada takdirle karşılanıyor. Ancak son yıllarda 3. taraf olmanın gerektiği tarafsızlığı, özellikle Ortadoğu da kaybetmeye başladı. Afganistan ve Somali belki de Türkiye’nin şu an en başarılı olduğu yerler. Ayrıca, bir Egeli olarak, Ege insanının çok acı göç dramları yaşadığını biliyorum. Egemiz Türkiye’nin her yerinden göç almıştır. Ege’ye gelen Egeli olur. Bu zorlamayla değildir, çünkü Ege’nin toprağı, havası ve denizi sizi kaynaştırır. Böylesine bir bölgede barışı konuşmak, tartışmak ve barış için neler yapılabiliri öğrenmek farklı bir ayrıcalık. Muğla dünyadaki genç barış inşacıları için şimdiden çok popüler bir destinasyon oldu.
TÜRKİYE’DEKİ AYRIŞMANIN ÖNÜNE GEÇİLMEZSE SURİYE OLUR
Çocuk askerler, Türkiye’de İnsani Güvenlik, Savaş Sonrası İyileşme Süreci ile ilgili kitaplarınız var. Özellikle savaş ya da anlaşmazlık sonrası iyileşme ile ilgili yapılması gereken en önemli şey nedir?
Yapılması gereken o kadar çok şey var ki bu zor bir soru. Ancak, günümüz çatışmalarının en büyük yıkımı bence aslında ev, altyapı ya da hizmetler değil. Yeri doldurulamayacak insani kayıplar yani ölümler ve sakatlanmaları bir yana koyarsak, en büyük kayıp iç savaşlardan ve çatışmalardan dolayı oluşan derin toplumsal bölünmeler ve ayrışmalar. Yani başka bir deyişle, eğer anlaşmazlık sonrası yeniden yapılanma, barış inşası ve uzun dönemli toplumsal uzlaşma için ayağı yere basan bir şeyler yapmak istiyorsanız, önce bu toplumsal çözülme, nefret, korku ve ayrışmayla uğraşmanız gerekir. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu da budur. Bugün ülkemiz Cumhuriyet tarihinde hiç yaşamadığı bir bölünmüşlüğü tecrübe ediyor. Çok endişe verici bir durum. Toplum olarak içten içe kaynıyoruz ve yıllardır insanlara giydirilmeye çalışılan korku propagandasıyla işleyen bir deli gömleği var. Hep birşeylerden korkmamız gerekiyor. Bazen iç, bazen dış. Bazen dikey, bazen paralel. Bazen komünist bazen faşist. Bunun gibi daha bir çok korku tünellerinden geçirtiyorlar bizi. Şizofrenik bir durum oluştu. Ne yatay ne de dikey güven kaldı toplumda. Herkes birbirinden şüphe duyar oldu. Daha fazla vakit kaybetmeden, umarım siyasetçilerimiz, medyamız, akademisyenlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, bürokrasimiz, özel sektörümüz ve daha birçok toplumsal ve yönetisimsel unsurumuz bu konuda kendi paylarına düşen hata nedir ve bu tehlikeli dehlizden nasıl çıkarızı düşünmeye başlarlar. Çünkü bu yapılmadığı taktir de Irak, Suriye ya da Afganistan gibi bir ülke oluruz” dedi.
DÜZENLEME-FOTOĞRAF: HAKAN DEMİR(İHA)
RÖPORTAJ: HÜRRİYET EGE
İngiltere Coventry Üniversitesi Barış ve Uzlaşma Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Stratejik Araştırma ve Analiz Merkezi (Centre for Strategic Research and Analysis) CESRAN’ın Başkanı Kırkağaçlı Prof. Alpaslan Özerdem, Hürriyet Ege’ye önemli açıklamalarda bulundu.
İşte Özerdem’in bugünkü Hürriyet Ege’de yayınlanan röportajı.
Özerdem, 20 yıldır Afganistan, Bosna-Hersek, El Salvador, Kosova, Lübnan, Liberya, Filipinler, Sierra Leone, Sri Lanka, Nijerya gibi silahlı çatışmadan etkilenmiş ülkelerde çok sayıda araştırma ve uzmanlık projeleri üzerinde çalışıyor.
Manisa Kırkağaç doğumlu olan Özerdem, dünyanın farklı çatışma bölgelerinde ulusal ve uluslararası kuruluşlar için bilirkişi olarak aktif rol alıyor. 29 Haziran - 3 Temmuz arasında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Barış Çalıştayın da 47 ülkeden gençlerle barış çalışacaklarını söyleyen Prof. Özerdem, ülkemizdeki çözüm süreci konusunda da bilgi verdi.
Manisa Kırkağaç doğumlusunuz. Hayatınızda Coventry Üniversitesine giden süreç nasıl gelişti?
Kırkağaç, Manisa’nın çok güzel bir ilçesi, liseye kadar geçen çocukluğumda gerçekten çok güzeldi. İzmir Atatürk Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesindeki mühendislik öğrenimimden sonra, dil kursu için gittiğim İngiltere şimdiki evim oldu. İnsanoğlu olarak herşeyi planlayabildiğimizi düşünüyoruz, ama benim çocukluğumda hatta gençlik yıllarımda, yurt dışında yaşamak gibi bir düşünce yoktu. 20 yaşında Londra’ya geldiğimde akademisyen olmak bile aklımdan geçmiyordu. Önce South Bank Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptım, sonra da York Üniversitesi'nde Savaş Sonrası Tekrar Yapılanma ve Barış İnşası konusunda doktora. Ondan sonra bir baktım, resmen akademik yaşama girmişim. 1999’dan 2010’a kadar New York’daydım, 40 yaşında Coventry Üniversitesine Barış İnşası Profesörü olarak geçtim.
Coventry Üniversitesindeki Barış Merkezinin müdürüsünüz. Nasıl bir merkez burası ?
Güven, Barış ve Sosyal İlişkiler Merkezi’nin eşbaşkanıyım.
Merkezimizde araştırma görevlisinden profesörlere, 50’den fazla çalışan arkadaşımız var. Çok uluslu, çok kültürlü, vizyonlu, çatışmalardan etkilenmiş insanlar, toplumlarla doğrudan ve beraber çalışarak barış inşası yapmaya adamış bir akademik kurumuz. Çatışmaları önleme, barışı koruma, toplumsal uzlaşma ve çatışma sonrası tekrar yapılanma konularında dünyanın dört bir tarafında araştırma ve uzmanlık projeleri yapıyoruz. Kararların konsensüs ile verildiği, binasında açık ofis planı olan ve hiyerarşisini elimizden geldiğince en aza indirgediğimiz bir yer. Yüksek lisans, doktora programlarımız ve bizleri hiç yalnız bırakmayan değişik ülkelerden gelen muhteşem ziyaretçilerimiz var.
HER ÜLKENİN ÇÖZÜM SÜRECİ FARKLI
Bugüne kadar ne gibi çalışmalar yaptınız?
6 araştırma grubumuz var. Silahlı çatışmaların analizinden, toplumların değişim süreçleri, göç ve kimlik, şiddet içermeyen çatışma dönüşümü, inanç ve barış inşası, eski savaşçıların topluma kazandırılması, çatışma önleme ve toplumsal uzlaşma gibi birçok konuda çalışıyoruz. Afganistan, Filistin, Liberya, Somali, Suriye, Kolombiya, El Salvador, Güney Afrika, Bosna, Kosova ve Türkiye gibi çatışmalardan etkilenmiş birçok ülkede yaptığımız çalışmalar, merkezimizin en önemli bilgi üretme, yayma ve paylaşma stratejisini oluşturuyor. Bize göre, bu sorunları alana inmeden, kütüphanelerde oturup kitap okuyarak anlayamazsınız. Savaş, çatışma ve barış konularında çalışan akademisyenlerin, bu konuda söyleyebileceklerim var diyen bütün uzmanların alana inmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bosna-Hersek’ten Sri Lanka’ya, Afganistan’dan El Salvador’a çatışmalı ülkelere baktığınızda süreçler aynı şekilde mi işliyor, farklılıklar varsa neye göre değiştiğini düşünüyorsunuz?
Hiçbiri birbirine benzemiyor aslında. Her bölgenin, ülkenin ve çatışmadan etkilenmiş toplumun kendine has bir tarihi, coğrafyası, kültürü, yönetişim geçmişi, ekonomik gerçeği, jeopolitiği, komşuları ve daha saymakla bitiremeyeceğim özellikleri var. Bunun üstüne bir de o şiddetli çatışmanın aktörleri, çatışmanın şiddet özellikleri ve sürecini, bölgesel ve uluslararası müdahale aritmetiğini resime eklediğinizde anlıyoruz ki eğer gerçekten üstünüze tam anlamıyla oturan bir takım elbise istiyorsanız, fabrikasyon üretim yöntemiyle bu iş olmaz. Evet, bu süreçler arasında benzerlikler olabilir, hatta birbirleri için bazı dersleri alıp uygulayabiliriz, ama her barış sürecini kendine has iç ve dış parametleriyle değerlendirmeliyiz. Barış inşası bu yöntemle şekillenmeyince zaten o ülkenin ilk üç yıl içinde çatışmaya dönme olasılığı 40’a ve bu ilk beş yılda 50’ye çıkıyor. Yani, ithal barış süreci yaklaşımının kimseye faydası yok. Bir de bu süreçlerin işleyişinde siyasi iradenin önemi çok mühim. Barış sürecini finanse edebilirsiniz, barışı tesis etmek ya da korumak için uluslararası toplumdan arabuluculuk yada barış gücü yardımı alabilirsiniz, ama en başında barış yapmaya niyetiniz yoksa, zaten açıkçası o sürece girmenin de pek anlamı yok. Sadece vakit kaybetmekle kalmazsınız, aynı zamanda toplumda barışa karşı bıkkınlık oluşturur ve gelecekte gerçekleştirilebilecek barış süreçlerini de daha zora sokmuş olursunuz. Yani yararından çok zararı olur.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE AKADEMİSYEN YOK
Türkiye de şu an bir çözüm sürecinde... Siz bu süreci nasıl görüyorsunuz? Hep söylüyorum, barış süreçlerini bir yarış olarak düşündüğümüzde, hem bir maraton gibi uzun soluklu koşabilmeliyiz, hem de 110 metre engelli koşunun gerektirdiği teknik kabiliyete sahip olmalıyız. Şimdi bir de Türkiye'deki çözüm sürecine bakalım. Seçim olacak diye barış sürecini askıya alan bir ülke Türkiye. Ya da Akil İnsanlar gibi farklı bir barış tesisi girişimine imza atıp, ben katılımcı bir çizgi izlemek istiyorum izlenimi verirken, halen bu raporlara ne olduğunu bilmediğimiz bir yer, Türkiye. Barış görüşmelerinde şimdiye kadar izlediğim kadarıyla siyasetçiler, istihbaratçılar var, ama akademisyenler yok. Bu işin bilimiyle uğraşan insanlara biz bu işi doğru mu yapıyoruz diye soran bir süreç değil Türkiye’deki. Toplumumuzda yaşadığımız birçok sorunun nedenleri olan yukarıdan inmeci, ataerkil, katılımcılıktan uzak, rasyonellikle test edilmeyen yaklaşımlar, bana göre Türkiye’deki barış sürecinin ana çerçevesini oluşturuyor.
Sürecin önündeki en büyük engel nedir sizce?
Aslında o kadar çok engel var ki ve bu çok köklü ve derin sorunları barışa dönüştürebilmek için çok sağlam, etik ve insanları için çalışan bir siyasi iradenin tesisi şart. Bakın sonuçta bu çatışmadan en çok zarar görenler bizler gibi sokaktaki vatandaş, çocuğu ölen ya da dağa çıkıp gençliğini, geleceğini heba edenler. Bizler, sıradan vatandaşlar ödüyoruz bu işin faturasını, ağlayan bizim annelerimiz, kan akıtmaya harcanan para, okula, hastaneye gitmeyen bizim vergilerimiz. Ama Türkiye’de kiminle konuşursam benimle paylaşılan, barışın ne getireceğine dair çok büyük bir endişe ve korku. Bu belki de bu tür süreçlerden geçmiş bütün ülkelerde yaşanılan bir toplumsal gerçeklilik, ancak bu sürecin bütün paydaşlarının artık şunu anlaması lazım. Etnik kimliği ne olursa olsun bu ülkenin insanları daha fazla kan dökülmesini istemiyor. Biliyoruz, çatışma bittiğinde kendilerini besleyen çatışma ekonomisi de gidecek, ama zaten yeterince zenginleştiler, ve artık ben diyorum ki, lütfen bir yazlık alıp bir yerlerde emeklilik anılarını yazsınlar ve bu ülkenin yakasından düşsünler.
47 ÜLKEDEN 100’E YAKIN GENÇ İNSAN
Coventry Üniversitesi ile Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde düzenlediğiniz Dünya Barış Çalıştayları ne zamandır düzenleniyor? Kimler katılıyor?
Coventry Üniversitesi olarak Türkiye’deki birçok üniversite ile ortak çalışma yürütüyoruz. Kadir Has Üniversitesi ile ortak yüksek lisans programlarımız var. Her yıl İstanbul İnsani Güvenlik Konferansını düzenliyoruz, barış inşası konusunda yaz programları açıyoruz ve ortak araştırma projelerimiz var. Dünya Barış Çalıştayının ilkini Karadeniz Teknik Üniversitesinde, başkanlığını yürüttüğüm CESRAN International ile birlikte Trabzon’da gerçekleştirdik. Geçen yıl ikincisini Muğla'da düzenlediğimiz etkinliğin bu yılki ev sahibi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nin Uluslararasi İlişkiler Bölüm Başkanı, kız kardeşim Doç. Dr. Füsun Özerdem, aynı zamanda üniversitenin Uluslararası Ofisinin Müdürü. Bunun yanında Rektör Prof. Dr. Mansur Harmandar, diğer hocalarımız ve öğrencilerimiz, etkinliğimizi gerçekten sahiplendiler.
Kimler katılıyor? Katılımcılar nasıl belirleniyor, hangi ülkelerden kaç genç katılacak? Her yıl dünyanın değişik ülkelerinden 100’e yakın genç insanı beş günlük bir eğitim ve atölye çalışması programı ile ağırlıyoruz. Bu yıl 47 ülkeden kendi ülkelerinde barışın tesisi ve inşası üzerine çalışan katılımcımız var. Ama bunun yanında barış için ne yapabilirim diyen ve daha önce bu alanda çalışmamış katılımcılarımız da oluyor. Geçen yılın ana teması barış için kültür, sanat ve turizmdi. Bu yıl, vatandaş - barış ilişkisi üzerine çalışacağız. 400’e yakın başvuru aldık ve etkinliğimize niye katılmak istediklerini sorduk. Verilen yanıtlara, akademik ve iş tecrübelerine göre katılımcılarımızı belirledik. Atölye çalışması olduğu için sadece hocalarından değil birbirlerinden de birçok şey öğreniyor olacaklar. Muğla bölgesinin muhteşem doğa ve tarihi güzelliklerini tanıtacak gezileri de Çalıştay programımıza ekledik.
MUĞLA,GENÇ BARIŞ İNŞACILARI İÇİN ÇOK POPÜLER
Bu yıl konuşmacı olarak kimler gelecek?
Bu yıl ki konuşmacılarımız ve atölye çalışmalarını yürütecek hocalarımız İngiltere, Filistin, Romanya, Hollanda, Sırbistan ve Güney Afrika’dan geliyor. Elbette Türkiye’den de çok değerli hocalarımız var. Örneğin, Dokuz Eylül Üniversitesinden, Türkiye’de okullarda barış eğitimi konusunda çok değerli çalışmalara imza atmış, Prof. Abbas Türnüklü bunlardan biri. Ülkemiz özellikle bölgemizin, dünyada barış süreçlerinde ne gibi bir rolü olabilir.
Türkiye, biliyorsunuz uzun yıllar özellikle Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika ve Asya’nın farklı ülkelerinde barış süreçlerine katkıda bulundu. Birleşmiş Milletler barış güçlerine verdiği destek, arabuluculuk girişimleri, insani yardımdaki cömertliği ve barışın inşasında aldığı aktif rol bütün dünyada takdirle karşılanıyor. Ancak son yıllarda 3. taraf olmanın gerektiği tarafsızlığı, özellikle Ortadoğu da kaybetmeye başladı. Afganistan ve Somali belki de Türkiye’nin şu an en başarılı olduğu yerler. Ayrıca, bir Egeli olarak, Ege insanının çok acı göç dramları yaşadığını biliyorum. Egemiz Türkiye’nin her yerinden göç almıştır. Ege’ye gelen Egeli olur. Bu zorlamayla değildir, çünkü Ege’nin toprağı, havası ve denizi sizi kaynaştırır. Böylesine bir bölgede barışı konuşmak, tartışmak ve barış için neler yapılabiliri öğrenmek farklı bir ayrıcalık. Muğla dünyadaki genç barış inşacıları için şimdiden çok popüler bir destinasyon oldu.
TÜRKİYE’DEKİ AYRIŞMANIN ÖNÜNE GEÇİLMEZSE SURİYE OLUR
Çocuk askerler, Türkiye’de İnsani Güvenlik, Savaş Sonrası İyileşme Süreci ile ilgili kitaplarınız var. Özellikle savaş ya da anlaşmazlık sonrası iyileşme ile ilgili yapılması gereken en önemli şey nedir?
Yapılması gereken o kadar çok şey var ki bu zor bir soru. Ancak, günümüz çatışmalarının en büyük yıkımı bence aslında ev, altyapı ya da hizmetler değil. Yeri doldurulamayacak insani kayıplar yani ölümler ve sakatlanmaları bir yana koyarsak, en büyük kayıp iç savaşlardan ve çatışmalardan dolayı oluşan derin toplumsal bölünmeler ve ayrışmalar. Yani başka bir deyişle, eğer anlaşmazlık sonrası yeniden yapılanma, barış inşası ve uzun dönemli toplumsal uzlaşma için ayağı yere basan bir şeyler yapmak istiyorsanız, önce bu toplumsal çözülme, nefret, korku ve ayrışmayla uğraşmanız gerekir. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu da budur. Bugün ülkemiz Cumhuriyet tarihinde hiç yaşamadığı bir bölünmüşlüğü tecrübe ediyor. Çok endişe verici bir durum. Toplum olarak içten içe kaynıyoruz ve yıllardır insanlara giydirilmeye çalışılan korku propagandasıyla işleyen bir deli gömleği var. Hep birşeylerden korkmamız gerekiyor. Bazen iç, bazen dış. Bazen dikey, bazen paralel. Bazen komünist bazen faşist. Bunun gibi daha bir çok korku tünellerinden geçirtiyorlar bizi. Şizofrenik bir durum oluştu. Ne yatay ne de dikey güven kaldı toplumda. Herkes birbirinden şüphe duyar oldu. Daha fazla vakit kaybetmeden, umarım siyasetçilerimiz, medyamız, akademisyenlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, bürokrasimiz, özel sektörümüz ve daha birçok toplumsal ve yönetisimsel unsurumuz bu konuda kendi paylarına düşen hata nedir ve bu tehlikeli dehlizden nasıl çıkarızı düşünmeye başlarlar. Çünkü bu yapılmadığı taktir de Irak, Suriye ya da Afganistan gibi bir ülke oluruz” dedi.
DÜZENLEME-FOTOĞRAF: HAKAN DEMİR(İHA)
RÖPORTAJ: HÜRRİYET EGE